Günümüzün hiper-değişken ve aşırı uyarılmış çağında, bireyin huzur ve tatmin arayışı, paradoksal bir şekilde, giderek daha çetrefilli bir labirente dönüşmektedir. Bu labirentin derinliklerinde, modern insanın varoluşsal sancıları yankılanmakta, anlamsızlık ve boşluk hissi, teknolojik ilerlemenin vaat ettiği sahte tatminlerin ardında sinsi bir gölge gibi büyümektedir. Bu çetin arayışta, antik çağın en yanlış anlaşılan filozoflarından biri olan Epikür'ün "haz" felsefesi ve 17. yüzyılın çığır açıcı düşünürü  Spinoza'nın radikal doğa anlayışı, yanıltıcı yüzeyselliğin ötesinde, entelektüel ve ruhsal bir dinginliği sunmaktadır. Epikür'ün sıklıkla kaba bir hedonizmle eşleştirilmesi, onun felsefesinin derinlikten yoksun bir okumasıdır. Zira Epikür'ün işaret ettiği haz, bedensel dürtülerin anlık tatmininden ziyade, bilgelikle beslenen ve ataraksia ile aponia  hallerinde kristalize olan, adeta bir "zihinsel mastürbasyon" olarak kavranabilecek, içsel bir doyumu ifade eder. Bu Epikürcü temel, Spinoza'nın evrensel determinizm ve conatus  kavramıyla birleşerek, varoluşsal sancılarımızın özünde yatan nedenleri açığa çıkararak özgürleşme ve hakiki hazza giden yolu daha da belirginleştirir.

            Toplumsal evrimin kaçınılmaz bir sonucu olarak, hazzın tanımı ve algısı da epistemolojik bir dönüşüm geçirmektedir. Özellikle entelektüel camiada ve bilinçli bireyler arasında, bedensel hazzın daha düşük bir bilinç düzeyine tekabül ettiği yönündeki kanaat giderek pekişmektedir. Fiziksel zevklerin, genellikle yüzeysel bir algının ve anlık, geçici tatmin arayışının ürünü olduğu yaygın bir kabul görmüştür. Bu perspektif, bireyleri kendi iç dünyalarına dönerek, gerçek ve kalıcı mutluluğun köklerini nerede bulacaklarını sorgulamaya itmektedir. Zira varoluşsal sancılarımız, çoğu zaman, dışsal uyaranlara ve anlık tatminlere bağımlılığımızın bir sonucudur; anlamı dışarıda aramanın getirdiği kaçınılmaz bir hayal kırıklığıdır.

           Gözlem, yalnızca bedensel zevkleri merkeze alan kişilerin çoğunlukla ruhsal bir boşluk içinde debelendiği ve zihinsel gelişimden bihaber kaldığı yönündedir. Anlık hazlar peşinde koşarak kurgulanan bir yaşam biçimi, uzun vadede bireyi kaçınılmaz bir tatminsizliğe ve derin bir anlamsızlık duygusuna sürükleyebilir. Bu anlamsızlık, modern insanın karşı karşıya kaldığı en yakıcı varoluşsal sancılardan biridir. Gerçek tatmin ve kalıcı mutluluk, bedenin ötesinde, zihnin ve ruhun sistematik bir şekilde beslenmesiyle elde edilir. Bu, bireyin kendine dönerek içsel kozmosunu keşfetmesi, bilgisini derinleştirmesi ve ruhsal dinginliği ele geçirmesi anlamına gelmektedir. Bu noktada Spinoza, bilginin en yüksek formu olan Tanrı veya Doğa'nın bilgisine ulaşmanın, yani her şeyin zorunlu nedensellik zinceri içindeki yerini kavramanın, bireyi pasif duyguların esaretinden kurtararak aktif duygulara ve dolayısıyla gerçek özgürlüğe ulaştırdığını savunur. Bu idrak, varoluşsal sancılarımızın kaynağını anlama ve onların üstesinden gelme yolunda atılmış devasa bir adımdır.

       Epikür'ün felsefesi, modern bireyin bu çetin yolculuğunda adeta bir kılavuz görevi üstlenir. O, hazzı, acının yokluğu ve ruhsal dinginlik, yani ataraksia ile tanımlar. Ataraksia, ruhun sarsılmaz huzuru, zihnin dinginliği ve kaygılardan arındırılmışlık halidir. Bu durum, bedensel acının yokluğu anlamına gelen aponia ile tamamlayıcı bir bütünlük arz eder. Dolayısıyla, Epikür için haz, aşırıya kaçan bedensel zevklerin kölesi olmak değil, aksine acıdan ve rahatsız edici duygulardan arınmış, dengeli bir zihin ve beden durumunu ifade eder. Bu huzur, dışsal koşulların dayatmasından ziyade, bireyin içsel dünyasında inşa ettiği bir dengeyle ilintilidir. Epikür, ölüm korkusunu da bu bağlamda ele alır; ölüm, duyuların yok olmasıdır, bu yüzden biz varken o yoktur, o varken biz yokuzdur. Bu basit idrak, ölümün getirdiği temel varoluşsal sancılardan birini dindirmeye yöneliktir.

       Bu Epikürcü anlayışa Spinoza'nın felsefesi, bilgelikle şekillenen dinginliğin neden ve nasıl kaçınılmaz olduğunu açıklar. Spinoza'ya göre, her şey Tanrı veya Doğa'nın zorunlu düzeni içinde var olur ve hareket eder. İnsan da bu evrensel nedensellik zincirinin bir parçasıdır. Özgürlük, dışsal etkenlerden tamamen bağımsız olmak değil, kendi doğamızın zorunluluğunu anlamak ve kabullenmektir. Bu bağlamda, conatus, yani her varlığın kendi varlığını sürdürme ve gücünü artırma çabası, hazzın temelini oluşturur. Bir şey bizim conatus'umuzu artırdığında haz duyarız; azalttığında ise acı. Hakiki haz, dışsal olaylara pasif bir şekilde tepki vermek yerine, neden-sonuç ilişkilerini kavrayarak ve aklın rehberliğinde eyleyerek kendi conatus'umuzu bilinçli bir şekilde artırmaktır. Bu, Spinoza'nın deyişiyle, "üçüncü tür bilgi" ye, yani Tanrı'nın veya Doğa'nın bilgisine ulaşarak, varoluşsal zorunlulukları kabullenme ve böylece tutkuların (pasif duyguların) esaretinden kurtulma halidir.

         Spinoza'nın felsefesinde, varoluşsal sancılarımız, genellikle, şeyleri yeterince açık ve seçik bir şekilde algılayamamamızdan, yani bilgisizliğimizden kaynaklanır. Duyguların bizi kontrol etmesine izin verdiğimizde, dış etkenlere bağımlı hale geliriz ve bu bağımlılık bize acı verir. Örneğin, sevdiğimiz birini kaybetmek, onun bizim dışımızda, geçici bir varlık olduğunu idrak edemememizden kaynaklanan bir pasif duygudur. Ancak, her şeyin evrensel yasanın bir parçası olduğunu anladığımızda, bu türden acılar yerini akılla gelen bir kabullenişe bırakır. Spinoza, Tanrı'yı sevmenin, yani evrensel düzenin zorunluluğunu idrak etmenin, en yüksek mutluluk olduğunu savunur. Bu, bireysel kaygılarımızdan ve varoluşsal sancılarımızdan arınmanın en radikal yoludur.

        Epikür, bu sarsılmaz dinginliğe ulaşmak için doğru yargı, ölçülülük ve erdemli bir yaşam sürmenin mutlak gerekliliğini vurgular. Dostluk, bilgelik ve özgürlük, Epikür için gerçek hazzın temel ve vazgeçilmez unsurlarıdır. Basit bir yaşam tarzı benimsemek, gösterişten imtina etmek ve gereksiz arzulardan arınmak, ruhsal huzura ulaşmanın yegane anahtarlarıdır. Spinoza ise bu erdemli yaşamı, akılla yaşamak, yani duyguların bizi savurmasına izin vermemek ve her şeyin zorunlu doğasını anlamak olarak tanımlar. Gerçek özgürlük, dışsal olayların bizi sürüklemesine izin vermek değil, onların nedenlerini anlayarak ve kendi içsel doğamızla uyumlu bir şekilde eylemektir. Bu, bireysel varoluşsal sancıları kozmik bir perspektife oturtarak, onları evrensel düzenin bir parçası olarak görme yeteneğini kazanmaktır. Modern dünyada dinginlik arayışı, Epikür'ün işaret ettiği bu içsel dengeyi ve Spinoza'nın zorunlu doğa bilgisini tavizsiz bir şekilde yakalamakla eşanlamlıdır. Bilgiye susamış olmak, sürekli öğrenme arayışında olmak, eleştirel düşünce yetisini keskinleştirmek ve kendi değer sistemimizi tutarlı bir biçimde inşa etmek, zihinsel doyuma ulaşmanın olmazsa olmaz koşullarıdır. Sanatın, felsefenin, edebiyatın ve doğanın kucaklayıcı kollarında teselli bulmak, ruhsal zenginliği artıran ve bireyin anlam arayışına paha biçilmez katkılarda bulunan elzem araçlardır. Spinoza'nın perspektifinden, bu entelektüel ve ruhsal pratikler, bizi Tanrı veya Doğa'nın bilgisine yaklaştırarak, varoluşun zorunluluklarını daha derinden kavramamızı ve böylece pasif duyguların bizi esir almasını engellememizi sağlar. Bu, acı ve kederden arınmış, sevinçle dolu bir yaşama doğru atılmış bilinçli bir adımdır; varoluşsal sancıların üstesinden gelerek, kendimizi evrenin zorunlu ve mükemmel düzeni içinde konumlandırmaktır.

     Unutulmamalıdır ki, bu entelektüel ve ruhsal yolculukta, size eşlik edemeyen veya farklı bir algı düzeyinde seyreden hiç kimseyle aynı yola zorlanmanız absürttür. Kendi varoluşsal serüveninizde, ruhsal ve zihinsel gelişiminizi ketleyen ilişkilerden mutlak surette uzak durmak, içsel dinginliğinizi korumanın ve sürdürmenin stratejik bir parçasıdır. Gerçek mutluluk, dış dünyanın dayattığı beklentilere göre şekillenmek yerine, kendi içsel pusulanızı kararlılıkla takip etmekle mümkündür. Zira nihayetinde, bireyin kendi içsel evrenini inşa etme cesareti, varoluşun zorunlu doğasını idrak etmesi ve varoluşsal sancıları birer bilgi ve idrak aracı olarak kullanabilmesi, modern çağın gürültüsünde dinginliği bulmanın yegane yoludur. Bu, sadece acıdan kaçınmak değil, aynı zamanda varoluşun ta kendisini, tüm zorunlulukları ve potansiyeliyle kucaklayarak, gerçek bir özgürlük ve dinginlik inşa etmektir.