Hakan Günday’ın daha önce okuduğum diğer yazarlardan farkı yoktu benim için taa ki Kinyas ve Kayra’nın arka kapak yazısıyla karşılaşıncaya kadar.
‘’Hiç uykum yok. Hiç uyumuyorum. Domuz gibi içiyorum ama gözlerimi kapalı bile tutamıyorum. Sabaha beş saat var; annemi düşünüyorum. Nerededir şimdi? Aynada kendime bakıyorum bazen ve tek kelime etmesem bile vücudum yaşadıklarımı, hayattan ne anladığımı anlamaya yetiyor. Sağ omuzuma kendi çizdiğim kelebek, beğenmediğim için üzerine attığım çarpı işareti ve altında aynı kelebeğin bir Japon tarafından iyi işlenmişi. Sol dirseğimin iki parmak- kurşun yarası. Bileklerimdeki otuz dört dikiş. Medeniyeti bir aralar, herkes gibi yaladığımı kanıtlayan apandis ameliyatımın izi ve sırtımı kaplayan Tanrı’nın yüzü. Bilmiyorum… Hızlı yaşadım, ama genç ölmekten çok, hızlı yaşadım! Ancak hayattayım. Kayra bir gün bana ‘’mutsuzluğuna hiçbir çare aramıyorsun’ ’demişti’’
Taedium vitae=Araştırmalarım sonucu, bu terim yaşamın amaçsızlığı, hayatın boşluğu, yaşamdan bıkkınlık anlamına gelen Latince bir söz öbeği. Kayra’nın Zippo çakmağının üzerinde yazan bu söz öbeği, bütün romana ve karakterlere ışık tutabilecek nitelikte aslında. Bu anlamda karakterler ışığında süregelen Nihilist bir varoluşçuluk doktrini de fark edilmekte. Çünkü kurgusal olan karakterler kendi anlamsız anlam arayışı çabasını; hayatın bizim ona yüklemeye çalıştığımızın dışında anlamı olmadığını bilsek de yüklediğimiz anlamlarla şekillenerek, hayata tutunma biçimimizi oluşturur. Fikri sirayet etmektedir.
Yeraltı edebiyatı 1990 yıllarda bir akım olarak yerini aldığında Hakan Günday’da 23 yaşında önemli temsilcilerinden biri oldu. Toplumumuzda bu akımın, çok az kitlenin sevebileceği türden olduğunu düşünüyorum. Kinyas Ve Kayra toplumsal yapıya bir eleştiri olarak; düzensiz ve alışılmadık yapıları, otoriteye ve geleneklere karşı durma, gerek aile, gerek sosyal, gerek ikili ilişkilerde karanlık tarafınız her neyse bunlara karşı; başkaldırı türünden bir romandır. Eğer görmek, duymak ve bilmek sizi rahatsız edecekse, baştan söylemeliyim ki bulaşmayın!
Kinyas ve Kayra ruhu çürümüş ya da çürümekte olan ikiye bölünmüş bu benliklerin karanlık varoluşa direnişidir. Karakterler sizi toplum ve birey sağlığını korumak için, idealize ettikleri alt veya üst benlikle toprağın altında kalan tarafla yüzleşmeye çağırıyor. Herkes için ayrı bir yaşam felsefesi olarak görülebilen Kinyas Ve Kayra, Günday’ın deyimiyle Platon’un masalları, yaşamı anlamayan diğer filozofların söyledikleriyle aynı değil, bu ne bir felsefe kitabı, ne hikâye ne de bildiğiniz başka bir şey.
Okuyacağınız romanı İlaç prospektüsü gibi düşünebilirsiniz. Ruhun en ince noktasına kadar değinmeyi hedef almış bir kitap bu. Her kelimesi hala kafamda.
Kitap 3 bölümden oluşuyor. Kinyas, Kayra ve hayat, Kayra’nın yolu Kinyas’ın yolu.
Kinyas ve Kayra’nın ruhlarındaki çöküş kendini arama ve kendi içsel dramlarının çığlıkları her karede anlatılırken, toplumlardaki ahlakçı kesimin ve ahlak algoritmasının bozulmasının insanın vicdan ve ahlak normlarıyla ilişkilendirilen çürümüş ruhlarını ürpererek okudum ve okuduğum her kelimenin altını çizmek istedim. Daha derin olan şu ki;24 yaşında bu kitabı yazmış olan Günday, bu kadar yer gezdi m? Bilmiyorum. Fakat ilk bölümde kitabı okurken kendinizi karakterlerin bulundukları Afrika sahillerinde yürüyormuş gibi hissediyorsunuz. Her kelime size hikâyeyi yaşatıyor. Hiç görmediğiniz yerde oluyorsunuz bir an, bir sonraki sayfa da Kinyas’ın kurşun izini hissediyor, hiç uyumadan tüm gece kelimelerini çiziyorsunuz satır aralarına, bir sonrakindeyse Kayra gibi beyin ölümünü gerçekleştirmiş ama dışardan yaşama ve hayata sıkı sıkı ‘’bağlıymış’’ gibi yapmanın ne demek ve ne hissetmek olduğunu anlıyorsunuz. Her kelimenin, her harfin, her satırın altını çizmek suretiyle bir sonraki satıra heyecanla geçme isteği oluşturan bu kitabın ikinci bölümündeki sürprizleri geçerek.
Kayra’nın dediği gibi yalnız kalabildiği ve bedeninin çevresinde yıllar boyu inşa etmiş olduğu beynine ait bir yalnızlık katedrali vardı. Kinyas ise bunun tersi fazla sayıda insanla etkileşime geçmekten oluşmuş bir insan kalabalığı katedrali vardı.
Son bölümlere doğru romanın içinde ilişkilendirdiğim ise Kinyas bölümünün son cümlesiyle Kayra bölümünün son cümlesi arasındaki tezatlık. Ancak okurken inanmamaya direndim. Çünkü beni çok şaşırttı. Hala kurtulamadığım bir etkiyle hem de. Kitabın her kelimesini, her cümlesini çok sevdim. Başucu kitabım niteliğinde ve her sayfasında insan ruhunun derinine inerek sizi sorgulamaya yöneltiyor. Ve bugün bile ‘’ Kayra’ ’ile ilgili bir yerde bir şey görüp duymak bile içimde müthiş bir boşluk uyandırıyor.
‘’Yalnız kaldım. Kalabildim! Altı milyar arasına doğdum. Ve hiçbirine çarpmadan geçtim aralarından’’