Gülce başlıklı hikayelerimizin ilkini Müslüme yavrumuzun artık olamayan geleceğini hayal ederek yazmıştım. Hikâyenin bu bölümünde ise tamamen geçmişten ve hayali kişilerden bahsediyoruz. Hikâyemiz sıradan ve bugün ismi hatırlanmayan insanların hikâyesidir.                        Çukurova’nın sabah sıcağında köylerden gelen sala sesi ortalığı inletiyordu. 1917’nin yaz aylarında insan sağanağı olan Çanakkale’den sadece haberleri gelebiliyordu. Şehitlerimizin pek çoğunun mezarı doğdukları toprakların çok uzağında. Ahmet oğlu Mustafa, Kerim oğlu Süleyman, Allah rahmet eyleye. Köyde gelen üç beş erkek şühedanın gıyabında namazlarını kılmışlardı. Ahmet oğlu Mustafa’nın ise biri kız ikisi oğlan iki yetimi kalmıştı. ,                                    Molla İbrahimlerin Mustafa’nın kızıydı. Yüzünün güzelliği nedeniyle ebesinin koyduğu isimle anılıyordu. Anneleri de küçük kardeşleri Ahmet’in doğumunda vefat etmişti. Çocuk sağ kalmış. Babalarının cepheye gitmesi nedeniyle ebelerinin baktığı bu yetimler için farklı bir dünya başlıyordu. Babaları da vatan uğruna şehit düşmüştü. Gün olmuş devran dönmüş, Gülce’nin de 17 yaşına gelmesi ile talip olanlar olmuştu. O zaman nerde bulacaksın doktoru, mühendisi. Köylerde kalan birkaç ihtiyar ve birkaç gazi. Uzaktan akrabası tek gözü doğuştan ama Ömer, Gülce’ye talip olmuştu. Nasipmiş oldu. Zamanın behrinde garip Anadolu köylüsü sevinçli bir habere muhtaç. Yapmışlar küçük bir düğün. Gülce ile beraber yetim kardeşlere de sahip çıkmıştı Ömer

          Allah bu çifte evlat nasip etmemişti. Ama iki tane şehit emaneti vardı. Onlara bakmak, onları korumak abalık, ağalık göreviydi. Bu yüzden hem Ömer hem de sürekli çalıştılar. Dağda, taşta ve kendi arazilerinde çalıştılar. Kendileri de emanetleri de haram lokma görmedi. Azdı ama mutlu olmaya çalışıyorlardı. Günlerden bir gün Muallim Mehmet Bey, Ömer’in evine geldi. Mehmet Bey de yoksul bir aileden geliyordu. Tarhana ve ekmeğin tadını herkesten iyi bilirdi. Meseleyi anlattı. Ahmet ve İbrahim zeki, kabiliyetli çocuklar olduğunu söyledi. Ankara’ya götürsem, masrafları da benden ama okumalılar dedi. Ömer ve Gülce evlat hasretleri yüreklerinde olmasına rağmen, kardeşlerinin hayrı için bu yolculuğa tamam dediler. İkisi de artık evlatları gibi gördükleri kardeşleri için çalışmaya devam ettiler. Çalışmak onları dinç tutuyordu. 70’ine kadar ölüm hastalığı hariç hastalık görmediler. Sonrasında da birbirlerinin peşi sıra üç yıl arayla göçüp gittiler. Arkalarında Çanakkale şehidinin iki tane evladı kalmıştı. Biri mühendis olmuştu diğeri ise doktor. Memleketlerine hizmet ettiler.                               

       Bu hikâye Anadolu’da yaşanan sıradan bir hikâye. İster , ister Ayşe isterse Fatma isimleri değişse de hikâye hep aynı. Hayırlı bir eser bırakmak. Rabbim hayırlı işlerle anılanlardan olmayı nasip etsin. Selam ve dua ile

Mustafa AK

Tarih Öğretmeni

mstfknyali@gmail.com