Ümmet’in Birliği Aşkına!

 

Üzerinde yaşadığımız bu, uzayın küçük köyü olan dünya adlı gezegen “Allah’ın iyi kullarına vaat ettiği” bir oyalanma, ahirete hazırlık ve Allah’ın mesajlarını okuma ve okutma yeridir.

 

Burada Müslümanlar Kur’an’ın ilahi mesajını hem kendileri yaşayacak, uygulayacak hem de dünya halk ve milletlerine duyurarak tebliğ sorumluluğundan kurtulabileceklerdir. Bunun için önce Müslüman fertlere sonrada evrensel İslami kurumlara düşen ağır görevler vardır.

 

Bu makale serisinde bu iki görevli kişiliğin dikkat etmesi gereken konuları gözden geçirmeğe çalıştım.  Özellikle kendi işi gücüyle meşgul insanların nelere dikkat edeceği konusunda, hilafetin kaldırılmasından sonra tüm Müslüman ülkelerde filizlenen siyasi ve ictimai oluşumlara giren, katkıda bulunan, taraftar olan Müslüman fertlerin düştükleri yanlışları sadece edile-i şer’iyyemizden alıntılar ışığı altında düzelmemiz ve Allaha kolay hesap verebilmemiz babında ortaya koymaya çalıştım.

 

İslam ülkelerinde gerek tarikat ve tasavvuf kapısından, gerekse cemaatleşme ve İslami siyaset kapısından girerek İslam’a daha iyi hizmet etmeği amaçlayan Müslüman kardeşlerimde gördüğüm feci ve vahim hatalarını hiçbir ad ve şahsiyet vermeden kesin naslarla ortaya koyarak “İslam Ümmetinin Birliği Aşkına” bir şeyler yapmağa ve uyarmağa çalışacağım. Bu, Müslümanlar olarak içimizdeki hastalıkların tanınması ve çareler önerilmesi demektir.

 

Asr-ı Seadette ismen olmayan ama fiilen var olan TASAVVUF

 

Tasavvuf, İslam’ın fitnelere karışarak kırımların yaşandığı devirlerde, samimi Müslümanların her iki tarafa da bir şey diyemediği ve hangi içtihadın doğru ve ya yanlış olduğu konusunda karar veremediği sıralarda kenara çekilip züht ve takvaya dayalı bir hayat sürmeleri ile başlamıştır. Peygamberimizin a.s. haber verdiği herc ü merç ve iç terör olaylarının patlamasıyla bir anda iki halife çıkması ve herkesçe kusursuz bilinen büyüklerin ayrı cephelerde yer alması Müslümanları derinden yaraladı ve tasavvufa yönelmelerine neden oldu.

 

Tarikat ise bunun yol manasındaki kurumsallaşmış halidir. Bu kurum kendisini ayakta tutmak için naslarla teyit edilmek zorundadır. Kesinlikle doğruluğuna inandığımız naslar ayet ve hadisi şeriflerden oluşur. Turuk-u aliyye denen ehl-i sünnete uygun hak tarikatlar oluşmuş, normal olarak karşısında da turuk-u batıla denen sapık tarikatlar da türemiş ve türeyecektir zira hak tarikatlar hak mezhepler hangi ayet ve hadisi şerifleri kullanırlarsa onlar da kullanacaklardır. İşte tam bu sırada batıl ve İslam’a uymayan tarikatlarda müritleri tutmak için aynı naslara başvuracaklardır, çünkü bir Müslüman ayet ve hadisten başka bağlayıcı bir şey kabul etmez.

 

Nedir bu naslar? Bu naslar Allahtan sonra hazreti peygambere, ondan sonra da ülü’l-emre yani üçüncü bir mercie kayıtsız ve şartsız itaat etmeği amir ayet ve hadislerdir.

 

Nisa 59“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ülü’l-emre de itaat edin. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.”

 

65 “Hayır! Rabbine ant olsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.”

 

Bu iki ayetten ilki üçüncü emir sahibini yani itaat edilecek kişiyi tayin etmiş ve “ülü’l-emr” olarak adlandırmıştır. İkinci ayette peygambere kayıtsız ve şartsız itaati emretmektedir. O halde ülü’l-emre itaat da Allaha ve resulüne itaatle aynıdır.

İşte gelmek istediğimiz nokta: batıl ve sapkın tarikatlarda bu ayetleri kullanıyorlar o halde sahte şeyhlere karşı Müslümanları kim koruyacaktır?

Peygamberimiz a.s. vefatından sonra 33 yıl halkın seçtiği dört halife gelmiş bunların üçü terör ve fitne nedeniyle şehit edilmişlerdir. Daha sonra ise kendisini halife ilan eden hanedanlar yönetmiştir Müslümanları.

 

Müslümanların idaresi konusunda nebevi ve ilahi ölçü bu muydu? Asla bu değildi. Dört halife devri denen Hulefa-i Raşidin tamamı seçimle ve liyakatle ilahi ve nebevi irade olan ehliyet esası üzere gelmişlerdir. Bunların ardından ise veraset ve babadan oğlu krallık sistemleri tüm Müslümanlara hâkim olmuştur. İşte burada ilk büyük hatayı yapmış oluyordu Müslümanlar o tatlı koltuklar uğruna.