Tarih okurken insan olarak bazen hayranlık duyar, bazen kızar, bazen de üzülürüz.

Mesleğim ve kabiliyetim gereği yıllardır tarihle, arşiv belgeleriyle ve el atılmamış vesikalarla iç içeyim. Bundan da son derece keyif alıyor ve kendi adıma da yararlanıyorum.

Bu makalemde iki büyük dedeme kızgınlığımı ve sitemimi ifade edeceğim. Bu büyük dedelerimi az sonra okuduğunuzda “be adam sen de kimsin?” diyeceğinizi biliyorum ama, burada onlara bu sitemimi beyan etmeliyim ki geleceğin dedelerine bir faydası dokunsun.

1453 yılında çağ açıp kapayan büyük fetih oluyor, İstanbulu fetheden Fatih Sultan Mehmet yüce peygamberimizin beşaretine mazhar oluyor.

Artık dünyanın başkenti bizdedir ve sultanlarımız da “Sultanü’l-berreynve’l-bahreyn” dir. Bu tarihten sonra kendilerine cihan imparatoru, devletlerine de devlet-i aliye demeye başlıyorlar.

Fatih Sultan Mehmet İstanbul’dan sonra Avrupa birleşik kuvvetlerini de 1464 yılında tarumar ettikten sonra dünyanın birinci evrensel savaşının galibi olarak Kızılelma Roma diyerek yola çıkıyor.

Anadolu yakasında büyük otağında son hazırlıklarını yapmaya başlıyor hatta sezilmesin diye Avrupa’ya yürüyeceği halde Anadolu yakasında askeri hazırlıklara girişiyor.

 Ancak daha önce adı Jacob olan bir Yahudi Doktor Müslüman olduğunu iddia ederek Yakup adını alıyor ve Fatih Sultan Mehmet hanın baştabibi oluyor. Burada Fatih Sultan Mehmet rahatsızlanınca kendisine şifa için hazırladığı şurubu içiriyor. Fatih Sultan Mehmet Yahudi dönmesi tabibin hazırladığı zehirli şurupla can veriyor ve koca Fatih oracıkta bütün hayallerini kendisiyle beraber alıp gidiyor.

Yavuz Sultan Selim cihan devletinin son eksiği olan, mazlumlara yardımın resmi hüviyete kavuşması için gözünü doğuya çeviriyor Şah İsmail’i tuş ettikten sonra iki yıl süren uzun seferin en uzun kara yolculuğu olan Mısır'a Memlukler’e hareket ediyor.

Sina çölüne gelince paşalardan birisi: "Hakanım burada fetih bitmiştir, bu çölü tarihte hiç geçen olmamıştır" deyince kellesini alıyor ve Sina’yı 13 günde geçerek Kahire’ye dayanıyor.

Tomanbay Han'ın elli yıl geride kalan topları bir istikamete çakılıdır ve Yavuz Sultan Selim arkadan dolaşarak döner başlıklı toplarıyla Mısırı teslim aldıktan sonra halife ailesini ve 1100 deve yükü hazineyi İstanbul’a yollar.

Yavuz Sultan Selim sekiz ay içerisinde Yemen'den ve Somali’ye kadar bütün medeni Afrika’yı da Osmanlı topraklarına kattıktan sonra Hicaz bölgesinin şerifi de bütün mukaddes emanetleri ve anahtarlarını teslim edince “Hadimü’l-haremeyni’ş-Şerifeyn” unvanının da sahibi oluyor.

Yavuz’un aklına koyduğu bir Kızılelma’sı vardır: Turan illerini tek çatı altında toplamak. Bunun için tahtını gelirken İstanbul’a yolladığı İran’ı aşıp Türkistan’a tarihi bir sefer tahayyül eder.

Bunu kusursuz yapabilmek için derin derin hazırlıklara girişir, İstanbul’a sessizce dönerek hazırlanan şenliklerin yapılmasına mani olur.

Ancak Yavuz Sultan Selim’in sırtında bir çıban vardır ve kimselere açmamakta ve tabiplere göstermemektedir. Ta ki çıban onu yere yatırıncaya kadar.

Bu çıbanın adı şirpençe yani aslanpençesidir ve 48 yaşlarında Yavuz Sultan Selim bütün hayalleriyle faniden bakiye sefer eyler.

Şimdi bu iki büyük dedeme yarın ahirette soracağım ve diyeceğim ki: ey benim cihangir dedelerim!

Bütün dünyaya diz çöktürdünüz de yanıbaşınızdaki bir Yahudi doktorla sırtınızdaki bir çıbanı tedavi edecek kadar neden kendinizi dikkat etmediniz?