BİLMEM SÖYLESEM Mİ SÖYLEMESEM Mİ?

 

                                                                                                Bu Bir Hatıra Yazısıdır

     15 Mart saat 14’de Konya M1 Realdeki sinemada Selam filminin ikincisini izledim, film baştan sona görsel efektlerle bezenmiş, masraftan kaçınılmamış ve gerçek mekânlarda çekilmişti ve kalite bakımından mükemmeldi. Baştan sona ağlayarak izledik, selam filminin birincisini de izlemiştim ama bu gerçekten daha etkili olmuş, Müslümanların da bu sanat dalında seslerini duyurmaları beni son derece etkiledi ve sonuna kadar gözyaşları arasında seyrettik.
Filmin verdiği mesajlar: İsmail hocanın bir borsa kaçağını adam edişi. Kırgızistan’da bir Türk Okulu açmak için yola çıkan İsmail öğretmen uçakta bir borsa kaçağıyla tanışır, bu kişinin telefonla kaybolması istenince işleri beraber yürütürler ve sonunda bu kaçak tam anlamıyla İslami bir hayata girer. 
Kırgızistan’ın bir köşesindeki okulu birkaç kişiyle açışı:
Okulu açarken yerel güçlerin karşı çıkmasına dövmelerine sövmelerine hatta son anda camlarını indirmelerine rağmen tadilatı bitirerek açılış aşamasına getiriler.
Karşı çıkan yerel güçlerle mücadelesi: Horlanmasına, tokatlanmasına ve işinin engellenmesine rağmen tamamen İslami esaslara ve ikna yollarına başvuran İsmail öğretmen bu esnada: dövene elsiz sövene dilsiz olarak başarıya kavuşur.
İyi bir hayat için değil iyi bir ölüm için: Yapılan işlerin tamamen Allah rızasına matuf olması manasına gelen bu tabiri baş tacı eden İsmail hoca Kırgız kasabasındaki Sultan Bek tarafından rüyada görülen ve okul açmaya gelecek kişidir. 
Bir kurt değil kurtçuğuz: İsmail öğretmen davayı anlatırken meyvelerin içindeki zayıf kurtçuk gibi olduklarını ve asla dişleyen ısıran kurt olmadıklarını ve olmayacaklarını ifade ediyor.

HATIRALARDA BİR YOLCULUK
1978 yılında yeni evlenecektim, sıhriyet bağıyla çok yakın bir akrabamın Nur talebesi olduğunu öğrenince çok sevinmiştim, hatta o bir ordu mensubuydu. Akraba olduktan sonra uzaktan duyduğumuz “Risale-i Nur” üzerinde her şeyi bu andan itibaren öğrendim. Akrabamın evinde son derece bir İslami hayat hâkimdi, namazlara olan dikkati, haremlik ve selamlığa bağlılığı, haram ve helal ayrımında şüphelilerden kaçınışları beni en fazla etkileyen durumlar olmuştu. Bu kardeşimin yaptıkları İslami titizliklerden aklımda kalan enteresan bir hatıra vardır bu hatıra ne kadar samimi ve asr-ı saadete hayran bir İslami anlayışa sahip olduğunu gösteriyordu: o zamanlar yani 1980’li yıllardı. Evlerimize sık sık ziyarete gelir giderdik onun babası rahmetliden kalma bataryalı bir radyosu vardı, ondan haberleri dinlemek için saat akşam yediyi TRT de beklerdik. Faraza birkaç dakika radyoyu açmış olsak haberlerden önce çalan jenerik müziğine rastladığımda hemen kapattırarak müzik enstrümanının sakıncalarını ihsas ederek tam spikerin haberlere başlamasıyla açmaya gayret ederdi. 
Ben medreselerde ve ilahiyattan yetiştiğimden İslamiyet en büyük meşrebimiz ve hakiki meşrebimiz olduğundan anlaşmayacak hiçbir konumuz yoktu. Her aile ziyaretinde ya onlarda ya başka bir komşuda “risale-i nur” okumalarına katılırdım bu vesileyle yüzü aşkın risaleyi okuma fırsatını yakaladım. Bu risalelerde İslam’a aykırı hiçbir taraf göremedim. 20. Yüzyılın başından ortasına kadar etkili olan büyük bir İslam âliminin yani Said-i Nursi hazretlerinin yazdığı bu eserler gerçekten imanlı bir nesil yetiştirmeye yönelik şimdiye kadar kaleme alınanların en etkilisidir. 
Ancak her devirde ve zamanımızda da her cemaat ve tarikatın bir veya birkaç zaafı ve doğruya uymayan yanı mutlaka olmuştur. Tarafsız bir akademisyen olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki bu zaafları müritlerin ve şakirtlerin anlama şansı yoktur. 
İslamiyet’in kaynaklarının tedvini sırasında bildiğiniz gibi birçok fırkalar ortaya çıkmıştır. Bunların arasında iyi niyetli olarak farklılıklar da olabilir biz bu ufak farklılıklara rağmen Peygamber efendimizin Sevad-ı A’zam tabirini kullandığı ve peygamber ve sahabelerin tuttuğu prensiplerden ayrılmayan büyük cemaate “Ehl-i Sünnet vel’Cemaat” diyoruz. İşte sadedimizdeki zat ve müntesipleri de İslami hayattan ve “Ehl-i Sünnet vel’Cemaat” asla taviz vermeyen bir cemaattir. 
Daha sonra bu yakın akrabamı irticai faaliyet gerekçesiyle ordudan attılar. Allah bir kapıyı kapatırsa bir kapıyı da açar. 1985 yılından sonra akrabam “Risale-i Nur” camiasının içinden yetişen Fethullah Gülen hoca efendinin öğretileri üzerine yoğunlaşınca ben de bu vesileyle adı geçen zatın çıkan tüm kitaplarını okuma fırsatı buldum. Âcizane bir medrese ve ilahiyat mezunu olarak hafızlığımın yanında tüm İslami ilimleri okumuş ve hazmetmiş bir kardeşiniz olarak şunu diyebilirim ki Fethullah Gülen hoca efendi çağımızın yetiştirdiği en büyük âlimlerimizden birisidir. Gerek hadis ve gerek tefsir, gerekse siyer ve tarih konusunda tetebbu’ etmediği bir eser yoktur. Ehl-i sünnet vel’Cemaat adındaki Sevad-ı A’zam onunla büyük kazanımlar sağlamıştır. 
Bütün bunlara rağmen dünya ve Türkiye üzerindeki hiçbir cemaatin kendisini “Sevad-ı A’zam sayma lüksü olamaz. Sevad-ı A’zam ancak İslam hilafeti sancağı altında tüm Müslümanların toplandığı bir cemaattir. Şu anda hilafetin ilgasından itibaren bu isim ancak Ehl-i Sünnet vel’Cemaat üzere olan Diyanet camialarına ve cami cemaatine ıtlak olunabilir. 
Ya hizmetleri? 30 yıl içerisinde İran’ı, Turanı ve tüm dünyaya İslam’ı anlatmaya ve tebliğe matuf müesseselerle donatarak büyük hizmetler yapmıştır. Hele 70 yıl SSCB’de komünizm esaretinde kalan ve 1990’dan sonra azat olan Türk illerindeki çaba ve gayretleri bambaşka ufukların açılmasına neden olmuştur. Biliyorum ki cemaatin ve hizmetin en fazla sıkıntı yaşadığı ülkeler arasında Suudi Arabistan, Çin ve Rusya vardır bir de Türkmenistan son yıllarda (2009) tüm İslami cemaat mensuplarını ya sınır dışı etmiş ya da hapse atarak yaptıkları hizmetleri berhava etmiştir. Her cemaate olduğu gibi hizmet hareketine de Vahhabi ve selefi yapıdaki ülkelerle komünist ülkelerin sıcak bakmamasının nedenleri izahtan varestedir.
70 yıl Esir Türk İlleri edebiyatı yapanlar İran’a ve Turana bir çivi çakmazken bu ata yurtlarındaki İslami faaliyetler onları (Türkçüleri) hiç hoşnut etmiyordu. Üstelik aralarında amansız bir adavet başlamıştı. 2000’li yıllarda forumlar modaydı, o zaman forumlarda yazar ve çizerdik. Her cemaatin, her fırkanın ve her ideolojinin forumları vardı. Ben hepsine üye oldum ve onlardan biriymiş gibi yazıp çizdim. Bu forumlardan hiç unutamadığım noktalardan birisi şudur: milliyetçi, ülkücü ve MHP eğilimli forumlarda en ufak bir Fethullah hoca efendinin savunması veya sevgi belirtisi banlama nedeniydi. Bu zaman zarfında bütün bu tür forumlarda banlananlar listesinde yerimi almışımdır. Çünkü İslam’ı iyi tanıyan birisi olarak doğruyu savunmak her yerde boynumuza borçtur. Bu iki Turancı akım arasındaki adaveti ben biraz anladım bunlardan birisi tam Müslüman bir Türklük istemiyor. Bu son cümledeki görüşümde en fazla istediğim yanılmış olmamdır.
Türkiye’deki büyük cemaatlerden birisinin başındaki ağabey, güler yüzüyle birisinin başındaki hoca efendi ise ağlayan gözüyle ünlüdür. “Gülen yüz” Allah’ın rahmetine kavuştu. “Ağlayan göz” ise Allah’ımızın: “Artık kazandıklarının karşılığı olarak, az gülsünler, çok ağlasınlar.” (Tevbe/82) ayeti fehvasınca tabi ki daha hakka yakın durur. “Gülen yüz” cemaatini istediği yere getiremedi belki ama “ağlayan gözün” de aynı sonuca gitmesine bir Müslüman olarak en fazla üzülenlerden olurum. 
Bütün bu güzelliklere, iyiliklere, hizmetlere 2013 yılının son aylarında bir şey oldu. Bir konuda yanlış bir içtihatta bulunuldu, bu yanlış içtihadı yapanlar bu yanlışlarından dönme erdemini gösteremediler. Bu saatten sonra da artık göstermeleri beklenemez diyemeyiz, göstermelerini hâlâ bekliyoruz.
Şimdi hoca efendiden okuduklarımız ve dinlediklerimiz ilkeler çerçevesinde Selam-2 de geçen yukarıdaki bazı prensipler doğrultusunda hâlâ ülkemizi yakıp kavuran fitne ateşine az da olsa bir su dökmek babından fitnede taraf olan medya gurubuna birkaç sözüm var. Burada siz sormadan ben cevap vereyim: bizim sözümüz İslam’ı temsil eden ve referans alan Müslüman kardeşlerimizedir bu nedenle karşı tarafa ait diyeceklerimi ikinci sıraya alıyorum.


SAMANYOLU YAYIN GURUBUNA BİRKAÇ SÖZ
1- Bir İslam dâhisinin 50 yılda topladıklarını heba etmeye hakkınız yok, bu miras Müslümanlara mal olmuştur, bu terekeyi yağmalamayı asla hoş göremeyiz.
2- Samanyolu ve tevabii kanalların ulusal kanal ve halk TV ile aynı ağzı kullanmasına Müslümanların izni yoktur.
3- Zaman gazetesinin yazarlarının o hoşgörü ve diğerkâmlık ahlakını terk ederek kurtçuktan kurtluğa dönüşmesini Müslümanlar hayretle izliyor bu gam ve kederi kardeşlerinize yaşatmaya hakkınız yok.
4- Müslümanların hararetle güzel diziler izlemeye, haberler almaya ve öğütler kapmaya alıştığı kanalları ve gazeteleri politikaya esir etmeye hakkınız yok. Bir siyasi parti gibi tüm güzellikleri çirkin göstermeye Müslümanların sevdiği kişileri küçük düşürmeye hakkınız yok. Hakkımız var diyebilirsiniz bir vatandaş olarak ve basın mensubu olarak yazıp çizip söyleyebilirsiniz ama sizin pencereniz ve baktığınız çerçeve İslami olmalıdır zira siz İslami bir cemaatsiniz. Bu nedenle bunları size söylüyoruz.
5- Eğer Hudeybiye devri geçti diyorsanız geçmediğini anladınız Allah rızası için bu kavgaya bir ara verin hatta son verin. İlk son veren siz olursanız tüm kaybettiklerinizi bir çırpıda geri alacağınızı söyleyemem ama kısa sürede halkın himmeti tekrar geri dönecektir.
6- “Boğazımızı sıkıyorlar ölelim mi” diyorsunuz, evet ölelim gerekirse, ama fitneye taraf olmayalım, kurtçuktan kurtluğa terfi etmeyelim, devamlı vurguladığımız “İyi bir hayat için değil iyi bir ölüm” düsturuna sahip çıkalım.
7- “Zamanımızın en büyük âlimlerinden bir zatın” kitabında aynen şöyle yazıyor: “Bu çalışmalarımızın sonucu bir zafer kaçınılmazdır Allah’ın bu konuda vaadi vardır, böyle bir zaferden sonra büyük fitnelerin olacağı muhakkaktır, Allahtan dileğim bu günü bana göstermeden canımı almasıdır” işte o gün bu gündür hocam! Ancak Allah size uzun ömür vererek bu hizmetleri rayından çıkartmamak istiyor olmalıdır. Zat-ı âlinizin yapacağı bir işaretle dava erlerinde ve yayın organlarında yine eskisi gibi hoşgörü, diğerkâmlık, halim selimce İslam’a yakışır tarzın hâkim olacağından eminim. 
8- Şimdi tüm ümmet-i Muhammed Sizden (ölmediğinize göre) yanlış içtihattan dönme ve daha önceki tüm sıkıntılı devrelerde yaptığınız gibi kötü de olsa ülü’l-emre, kerhen de olsa itaati bekliyor. Fitnenin kalkmasının ilk şartı budur.

ÜMMET-İ MUHAMMEDE (A S) BİRKAÇ SÖZ
İki fetva arasında kalmak Müslümanların düşebileceği en büyük felakettir. Bu fetvalar eğer ameli konularda ise mesele yok: fetva üç de olsa beş de olsa birini tercih eder diğerlerini de hoş görerek yoluna devam edersin. Zaten efendimiz de “bunun bir rahmet” olduğunu belirtmişlerdir. Ama itikadi ve iman konularında olursa ne yapacaksın?
Son yüz yıldır Müslümanların halifesiz kalmalarının da etkisiyle tamamen başıboş hale gelen Müslümanlar tam manasıyla iki fetva hatta onlarca fetva arasında kalmışlardır. Hatta bu fetvaların da etkisiyle büyük fitnelere imza atılmış ve İslam’ın yüzyılımızda şaha kalkan imajına “İslamo-fobia” damgası vurularak yüce dinimiz, selam ve selamet dini, adının bile huzur kurtuluş anlamına gelen İlahi emanetimiz terörle ve anarşiyle anılmaya başlamıştır.
Son olarak başta Türkiye ve Mısır olmak üzere 100 milyonlarca Müslüman iki fetva arasında kalmışlar ve neye iman edeceklerini şaşırmışlardır. Halifeliğin fiilen sona ermesinden sonra başlayan ferdi, ictimai, cemai ve tasavvufi çalışmalar büyük hamlelere vesile olmuş ve Müslümanlar iletişimin de dev katkılarıyla şaha kalkmıştır. Ancak her zaferden sonra olduğu gibi bu suri zaferden sonra da ganimet kavgası başlamış ve Müslümanlar kapışmak için birbirine girmişlerdir. Daha açıkçası başarının kime ait olduğu hususunda anlaşılamamış, herkes bu zafer bizim eserimiz deyince de fitne ateşleri yanmaya başlamıştır. Hâlbuki uğrunda çalıştığımız Allah rızası bu mudur? Allah kimin ne kadar İslami hizmetlere katkı sağladığını bilmemekte midir? 


                                                                                    18 Mart–2015 Konya