CEMAATLAR ARASI DİYALOG

     Müslümanlar kendi içlerinde birbirlerine ihvan, derviş, ahi, sofi, kardeş ve can olarak ne kadar bağlı görünürlerse her cemaat ve tarikat diğerlerine karşı bundan fazlasıyla ayrık ve uzaktır. Bu sadece Türkiye’de midir diye çok düşündüm ve araştırdım ancak tüm dünya Müslümanları arasında aynı kopukluğun olduğuna şahit oldum. İstenen nedir? İstenen: yüce peygamberimizin buyurduğu gibi: Müslümanların bir binayı birbirine kenetleyen tuğlalar gibi olmalarıdır.

Cemaatler arası konuşma, tanışma ve fikir alış verişinde bulunarak İslami eğitimde tecrübelerden yararlanmayı anladığımız cemaatler arası diyaloğun olmamasının birinci nedeni hala siyasi korkularımızdır. Merhum Necmeddin Erbakan başbakan iken bir araya getirmişti büyük oranda mevcut manevi kanaat önderlerini ve sonuç post modern bir darbeyle sonuçlanmıştı. Bu, hala zihinlerde hâkim olan korkunun ilk sebebidir. İkinci ama en önemli korku ise kimsenin bizden daha iyi olmasını istemememizdir. Yani hiçbir cemaat ve tarikat diğer bir cemaatin kendilerinden önde olmasını istemediği gibi üstün başarı elde etmesini de kolay hazmedemez. Bunun bir geçek olduğunu kabul ettikten sonra sebeplerinin araştırılmasını sosyologlara bırakıyorum. Ama şuncağızı söylemeliyim ki Allah’ın rahmetini kimseden kıskanmaya hakları yoktur bu zihniyeti taşıyanlara şu ayet-i kerimeyi önemle hatırlatırım:

“Rabbinin rahmetini onlar mı bölüştürüyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için, (çeşitli alanlarda) kimini kimine, derece derece üstün kıldık. Rabbinin rahmeti, onların biriktirdikleri (dünyalık) şeylerden daha hayırlıdır.” (Zuhruf/32)

Zaman zaman forumlarda, sosyal medyada bu konuyu dile getirmeye çalışan kederli Müslümanların çıktığını biliyorum. Forumlar bu tür dileklerin mezarlığı haline dönmüştür. Bu konu hakkında derli toplu bir eser meydana getirilememiştir. Bu konu halen bir tabu hâlindedir. Bu tabuyu yıkmak ve her tarikat ve cemaati bir araya getirip birbirleriyle konuşur guruplara dönüştürmek Müslüman aydınların vazifesi olmalıdır. Ama gel gör ki Müslüman aydınlar da iki kısma ayrılmıştır: tasavvufa müspet bakanlar ve bakmayanlar diye. Biz ehl-i sünnet vel’cemaat akidesine göre tasavvufun İslami bir gerçek olduğunu kabul ederek diyoruz ki tasavvuf bütün dinlerde vardır İslam’da ise daha fazlasıyla vardır hatta İslam’ın bütün inanca dayalı fırkalarında da yer almaktadır. Bunun en büyük nedeni tasavvuftaki şeyhe ve lidere kesin itaatte bulunun büyüleyici tılsımdır. Bu tılsımı her yana çekmek ve her doğruyu ve her yanlışı yapmak ve müridana yaptırmak mümkündür. İşte burası da konuşulması yazılması ve ayıklanması gereken karmaşık apayrı bir olgudur.

Cemaatlerin ve tarikatların birbirine neden soğuk oldukları durumu başlı başına bir doktora konusudur. İki sayfalık bir makalede bunun ancak kısa bir özeti verilebilir.

Bir: her tarikat ve cemaat İslami eğitimde en doğru kendi üslup ve tarzlarının olduğunu kabul eder. Aksi halde etraflarına kimseyi toplayamazlar.

İki: diğer tarikat ve cemaatleri mutlaka kötülemek zorundadırlar. Çünkü müntesipleri her zaman ayrılma riski taşır. Kötüleme: iki çeşit olup ya, en doğru biziz ya da tek doğru biziz şeklindedir.

Üç: her tarikat ve cemaat İslam’ı en iyi kendilerinin yaşadıklarını anlatırlar. Diğerlerinin kendilerine bağlanması gerektiğini düşünürler ve telkin ederler.

Dört: en kalabalık olan cemaat ve tarikat en müsamahakâr olandır. Doğruya en yakın olan cemaat ve tarikat ise en fazla girişin ve çıkışın yaşandığı tarikat ve cemaatlerdir.

Beş: tarikat ve cemaatler ekonomik hareketlere başladıkları an merkezlerine bağlılıkları bir kat daha artar zira artık kaybedecek maddi şeyleri de vardır. Bu maddiyat ne kadar çoksa ve dallanmışsa misliyle dünyevileşmek ve dinde taviz üstüne taviz vermeler sıralanmaya başlar. İşin en tehlikelisi de yaptıkları hataları savunarak İslami çizgiyle çatışır hale gelmek olur.

Dünyada özellikle tüm cemaat ve tarikatların bir alamet-i farikası vardır. Bu alamet-i farikalar tarih boyunca da olmuştur hatta bu işaretler mezar taşlarına dahi yansımıştır. Peki, Allah’ın cc ve resulünün s.a.v. isteği bu doğrultuda mıdır? Hayır! Onlar, şu ayet-i kerimedeki emirlere uygun muazzam bir cemaat istemektedirler:

“Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.” (Al-i Imran/103)

Ama ne yazık Müslüman ülke kabristanlarındaki Müslümanlar da kendi kimliğini belirten şekillerin taşlara kazınmasında oldukça geniş davranmışlardır. Allaha kavuşmanın kapısı olan bu makamda, hiçbir ayrıcalığın olmadığı Allah’ın huzuruna çıkarken bunlar ne derece hoş görülür ehline bırakıyorum. Hâlbuki tasavvuf ve tarikat terbiyesinin ilk maddelerinden birisi “müşarun bi’l-benan” olmaktan kaçınmaktır. Bir kişinin parmakla gösterilir olması onun kibre kapılması demek olacağından tüm tarikat okullarında bu bir yasak olarak yerini alır.

Parmakla gösterilmenin neden olacağı kibir ve gurur ise yine manevi hastalık ve kötü ahlakın en önde gelenlerinden olarak “kibr u gurur u hırs u tama u heva ü heves” şeklinde sayılır.