Hazreti İsa öldükten veya semaya alındıktan sonra uzun süre inananlar zalim Romalıların takibine uğramışlardı. Onlar da Ashab-ı Kehf gençleri gibi imanlarından vazgeçmek yerine sarp kayalara ve mağaralara kaçarak sığınmakta ve oralarda rahatça ibadet etmekte bulmuşlardı çareyi. 
Anamur’da hâkim olan Roma satrapları Müslümanları takibe almışlar müminler de Ermenek ve civarında buldukları kayalara sığınarak buralarda bir hayat geliştirmişlerdi. Evlerini derme çatma kerpiç ve taşlardan inşa ediyorlar ölülerini de kayalarda oydukları lahitlere gömüyorlardı. Bu dev kayalarda ayrıca küçük kiliseler inşa ederek içlerinde ibadetlerini yapıyorlardı. Bu müminler için korunaklı, sulu ve muhkem kayalar çok önemliydi. İşte Suluceser böyle bir yerin adıdır.
2015 yılı kurban bayramının üçüncü günü (26-09-2015) Mükremin, Hilmi ve Kadir Kızılca, Mehmet Güvenç ve Hüseyin Özcan beş kişi Suluceser’e bir gezi düzenledik. 
Bu gün Karaman İli, Ermenek İlçesi Güneyyurt  Kasabası halkının dilinde Suluceser efsanesi dolaşır durur. Bundan 10 yıl kadar önce değerli arkadaşım merhum Hasan Öksüz’le ikimiz bir seyahat düzenleyerek burayı gezmiştik ancak daha sonra Hasan Kızılca ile yaptığımız seyahatte bu eseri bulamamıştık. Bütün bunların da etkisiyle Suluceser merakı aldı başını gitti.
1980 öncesi bütün sığır ve oğlak çobanlarının uğrak yeri olan Suluceser hakkında: buz gibi suyu, kilisesi, meryemana ikonları ve şahane teras katları ve elliye yakın merdiveniyle Suluceser ulaşılması güç ve tehlikeli bir yer olarak kafamızda yer etmişti. Ancak beni ilgilendiren tarafı 2016 yılı başında bastıracağımız 600 sayfalık “Dünden bugüne Gargara / Güneyyurt” kitabında sağlam bilgilerle Suluceser’in yer almasıydı. 
25 Eylül 2015 kurban bayramının ikinci günü akşama kadar suluceseri bilenlerle konuştum ve uzaktan da olsa tarif ettirdim. Zira buraya saatlerce zahmetli bir yolculuktan sonra varıp da bulamamak olmazdı. Değerli hemşerimiz Mehmet Güvenç kardeşimiz beni gezdireceğini ve Suluceseri çok iyi bildiğini söyledi. Mehmet Güvenç örenler mevkiindeki ve Gâvursinisi mevkiindeki antik ve tarihi yerleri de bana o gün akşama kadar gezdirmişti. 
26 Eylül cumartesi günü sabahleyin Mehmet Güvencin tak tak motoruyla azıklarımızı sularımızı alarak yola çıktık. Çok yorucu bir yolculuk olacağını dua sekisinden sola dönüp biraz gittikten sonra sağa sapan ve Karin’in önüne kadar varan ancak taktakların gidebildiği yol bitince anlamıştık. Artık buradan ötede taşların, çalıların arasında geçit vermez yamaçlarda düşe kalka ilerleyecektik. 
Topaktaş denilen taşın üzerinden kitabın baş sayfasına konacak kalite ve kapsamda Güneyyurt resimlerini çektikten sonra devasa kaya zincirlerini takiben Gödekorum’un önüne ulaştık artık Suluceser görünüyordu. Tam altına varmak üç saatimizi aldı ve kayanın dibinde dinlenmeye başladığımızda saat 13’tü ve ezanlar okunuyordu. 
O kadar yorulmuştuk ki içimizden birisi “yüzyılda bir kaydedilen 5 delinin bir araya gelişi” yorumunu yaptı. Kayanın dibinde gölge gidinceye kadar ve artık buraya da güneş doğuncaya kadar durduk, bu arada getirdiğimiz etleri odun kömüründe pişirdik, ancak namazlarımızı Suluceserde var olduğu söylenen kesme havuzun başında buz gibi suyundan içtikten sonra abdestimizi de alarak kılmayı planlamıştık. 
Suluceser Nevşehir taraflarında görmeye alıştığımız eserler gibi kayanın yüzeyinde ve içten içe geçmeli dört kattan oluşuyordu. 80- 100 metrelik dev kayanın dibinde hazırlıklarımızı yaptık, üzerimize hiç yük almadan sadece su doldurmak için birkaç pet şişeyi sırtımıza bağlayarak tırmanışa geçtik. Birinci kata ulaşmak için bazı zor yerleri aşmamız ve tırmanmamız gerekiyordu burada en büyüğümüzle en küçüğümüzü eledikten sonra üçümüz birinci kata ulaştık. Burada adeta Ermenek HES barajı ayaklarımızın altındaydı. Hiçbir dağcı aleti kullanmadan iki el ve iki ayağımızı kullanarak buraya çıkmıştık. 
Birinci katta 1.5x1.5 ebadında kayadan oyma bir köşeli havuz vardı kimisi buna küp çıkarmışlar derken kimisi üzüm çiğneme havuzu diyordu ama burası buraya çekilen su çiziklerinden de anlaşıldığı gibi su toplamaya yarayan bir havuzdan başkası değildi. Ancak tam ortasında 20 santim derinliğinde ve o kadar da eninde bir ayrı çukurcuk vardı biz onu başka havuzlara su aktarmaya yarayan alta geçit veren bir düzenek sanıyoruz. 
İkinci kata çıkmak için merdivenler oymuşlardı hatta yer yer kenarlarında kayadan korkuluklar da görülüyordu. Yaklaşık 2000 yıllık bu eser Taşeli yöresinin en muhteşem eseridir ancak çok zor ulaşılması buranın şöhretine gölge düşürmektedir. Biz buradan tüm devlet ve hükümet yetililerine ve seçilmiş ve atanmış idarecilerimize duyuruyoruz: Suluceser Taşeli’nin ve Karamanın en muhteşem tarihi antik eserlerinden birisidir. 
Merdivenleri adımladıkça heyecanımız artıyordu, baraj ve Güneyyurt çok daha farklı izleniyordu. Tehlikenin büyüklüğü ve riskin fazlalığı adrenalinimizi yükseltiyordu, zira burada bir baş dönmesi ve panik yüzlerce metre aşağıda kendimizi bulma riski taşıyordu. Allah göstermesin böyle bir durumda buraya bir kurtarıcının ulaşma imkânı yoktu, bir hava ambulansı belki saatler sonra ulaşsa bile yüzlerce metre yüksekten kayalara çakılan birisinin sağ çıkma ümidi yoktu. Bu nedenle çok ağır ve dikkatli yürüyorduk yüzde yüz meyilli kayanın yüzeyinde. 
Yer yer döner taş oyması merdivenlerden sonra ulaştığımız ikinci katta birkaç lahit vardı 5x20 metre çapındaki bu katta el oyması bir havuza sürekli tavandan ıslak yosunların arasından su damlıyordu, havuz buz gibi su doluydu daima ve doğu köşesindeydi bu katın. Su soğuktu ve adeta dam olan kayadan damıtılarak meydana geliyordu, saniyede bir kaç damla aka aka havuz hiç boş kalmıyordu. Buradan kana kana ve bana bana su içtikten sonra abdestlerimizi de alarak öğle namazını eda ettik. Getirdiğimiz pet şişeleri doldurarak zemin katta kalan iki arkadaşımıza yukarıdan çalıların içine atarak abdest suyu gönderdik. 
Burada kayanın serinliğinde biraz dinlendikten sonra bir video kaydı yaptık aşağıda verdiğimiz linkte izleyebileceğiniz kısa filmde Suluceseri anlatmaya çalıştık. Üçüncü kata çıkmaya başlayınca arada incirden ıhlamura, dığandan elmaya kadar birçok meyve ağacının dev kayanın yüzeyinde buldukları topraklarda kök atarak dal verdiğini hayretle izledik. 
Üçüncü kat bir şapelden ibarettir, kenarda papazın taştan koltuğu bir kenarda da piskoposun yarım odası görülüyordu. Kayanın tavan kısmı boyalı ve renkli Hristiyan motifleriyle süslüydü ancak bilinçsiz gezginler altında altın var sanarak bunların büyük bölümünü kazımışlardı. 
Üçüncü kattan dördüncü kata dışarıdan değil de içeriden çıkılıyordu tavanın tam ortasında 75 cm çapında bir delikten birbirimize basamak kurarak izlemekle yetindik: dördüncü kat bir seyirlikti, tüm Navağı’nın görülebildiği, Göksu’nun ve tali sularının izlenebildiği bir teras katını andırıyordu. 
Kısacası Suluceser: 200 metre batısındaki Gödekorum kaya mezarlarının devamı niteliğinde, keşiş ve piskoposların makamı durumunda, daha zor ulaşılan ve son derece korunaklı, ilk dönem Hristiyan münzevilerinin yaşadığı bir mekândır. 
SULUCESER
Hazreti İsa öldükten veya semaya alındıktan sonra uzun süre inananlar zalim Romalıların takibine uğramışlardı. Onlar da Ashab-ı Kehf gençleri gibi imanlarından vazgeçmek yerine sarp kayalara ve mağaralara kaçarak sığınmakta ve oralarda rahatça ibadet etmekte bulmuşlardı çareyi. 
Anamur’da hâkim olan Roma satrapları Müslümanları takibe almışlar müminler de Ermenek ve civarında buldukları kayalara sığınarak buralarda bir hayat geliştirmişlerdi. Evlerini derme çatma kerpiç ve taşlardan inşa ediyorlar ölülerini de kayalarda oydukları lahitlere gömüyorlardı. Bu dev kayalarda ayrıca küçük kiliseler inşa ederek içlerinde ibadetlerini yapıyorlardı. Bu müminler için korunaklı, sulu ve muhkem kayalar çok önemliydi. İşte Suluceser böyle bir yerin adıdır.
2015 yılı kurban bayramının üçüncü günü (26-09-2015) Mükremin, Hilmi ve Kadir Kızılca, Mehmet Güvenç ve Hüseyin Özcan beş kişi Suluceser’e bir gezi düzenledik. 
Bu gün Güneyyurtluların dilinde Suluceser efsanesi dolaşır durur. Bundan 10 yıl kadar önce değerli arkadaşım merhum Hasan Öksüz’le ikimiz bir seyahat düzenleyerek burayı gezmiştik ancak daha sonra Hasan Kızılca ile yaptığımız seyahatte bu eseri bulamamıştık. Bütün bunların da etkisiyle Suluceser merakı aldı başını gitti.
1980 öncesi bütün sığır ve oğlak çobanlarının uğrak yeri olan Suluceser hakkında: buz gibi suyu, kilisesi, meryemana ikonları ve şahane teras katları ve elliye yakın merdiveniyle Suluceser ulaşılması güç ve tehlikeli bir yer olarak kafamızda yer etmişti. Ancak beni ilgilendiren tarafı 2016 yılı başında bastıracağımız 600 sayfalık “Dünden bugüne Gargara / Güneyyurt” kitabında sağlam bilgilerle Suluceser’in yer almasıydı. 
25 Eylül 2015 kurban bayramının ikinci günü akşama kadar suluceseri bilenlerle konuştum ve uzaktan da olsa tarif ettirdim. Zira buraya saatlerce zahmetli bir yolculuktan sonra varıp da bulamamak olmazdı. Değerli hemşerimiz Mehmet Güvenç kardeşimiz beni gezdireceğini ve Suluceseri çok iyi bildiğini söyledi. Mehmet Güvenç örenler mevkiindeki ve Gâvursinisi mevkiindeki antik ve tarihi yerleri de bana o gün akşama kadar gezdirmişti. 
26 Eylül cumartesi günü sabahleyin Mehmet Güvencin tak tak motoruyla azıklarımızı sularımızı alarak yola çıktık. Çok yorucu bir yolculuk olacağını dua sekisinden sola dönüp biraz gittikten sonra sağa sapan ve Karin’in önüne kadar varan ancak taktakların gidebildiği yol bitince anlamıştık. Artık buradan ötede taşların, çalıların arasında geçit vermez yamaçlarda düşe kalka ilerleyecektik. 
Topaktaş denilen taşın üzerinden kitabın baş sayfasına konacak kalite ve kapsamda Güneyyurt resimlerini çektikten sonra devasa kaya zincirlerini takiben Gödekorum’un önüne ulaştık artık Suluceser görünüyordu. Tam altına varmak üç saatimizi aldı ve kayanın dibinde dinlenmeye başladığımızda saat 13’tü ve ezanlar okunuyordu. 
O kadar yorulmuştuk ki içimizden birisi “yüzyılda bir kaydedilen 5 delinin bir araya gelişi” yorumunu yaptı. Kayanın dibinde gölge gidinceye kadar ve artık buraya da güneş doğuncaya kadar durduk, bu arada getirdiğimiz etleri odun kömüründe pişirdik, ancak namazlarımızı Suluceserde var olduğu söylenen kesme havuzun başında buz gibi suyundan içtikten sonra abdestimizi de alarak kılmayı planlamıştık. 
Suluceser Nevşehir taraflarında görmeye alıştığımız eserler gibi kayanın yüzeyinde ve içten içe geçmeli dört kattan oluşuyordu. 80- 100 metrelik dev kayanın dibinde hazırlıklarımızı yaptık, üzerimize hiç yük almadan sadece su doldurmak için birkaç pet şişeyi sırtımıza bağlayarak tırmanışa geçtik. Birinci kata ulaşmak için bazı zor yerleri aşmamız ve tırmanmamız gerekiyordu burada en büyüğümüzle en küçüğümüzü eledikten sonra üçümüz birinci kata ulaştık. Burada adeta Ermenek HES barajı ayaklarımızın altındaydı. Hiçbir dağcı aleti kullanmadan iki el ve iki ayağımızı kullanarak buraya çıkmıştık. 
Birinci katta 1.5x1.5 ebadında kayadan oyma bir köşeli havuz vardı kimisi buna küp çıkarmışlar derken kimisi üzüm çiğneme havuzu diyordu ama burası buraya çekilen su çiziklerinden de anlaşıldığı gibi su toplamaya yarayan bir havuzdan başkası değildi. Ancak tam ortasında 20 santim derinliğinde ve o kadar da eninde bir ayrı çukurcuk vardı biz onu başka havuzlara su aktarmaya yarayan alta geçit veren bir düzenek sanıyoruz. 
İkinci kata çıkmak için merdivenler oymuşlardı hatta yer yer kenarlarında kayadan korkuluklar da görülüyordu. Yaklaşık 2000 yıllık bu eser Taşeli yöresinin en muhteşem eseridir ancak çok zor ulaşılması buranın şöhretine gölge düşürmektedir. Biz buradan tüm devlet ve hükümet yetililerine ve seçilmiş ve atanmış idarecilerimize duyuruyoruz: Suluceser Taşeli’nin ve Karamanın en muhteşem tarihi antik eserlerinden birisidir. 
Merdivenleri adımladıkça heyecanımız artıyordu, baraj ve Güneyyurt çok daha farklı izleniyordu. Tehlikenin büyüklüğü ve riskin fazlalığı adrenalinimizi yükseltiyordu, zira burada bir baş dönmesi ve panik yüzlerce metre aşağıda kendimizi bulma riski taşıyordu. Allah göstermesin böyle bir durumda buraya bir kurtarıcının ulaşma imkânı yoktu, bir hava ambulansı belki saatler sonra ulaşsa bile yüzlerce metre yüksekten kayalara çakılan birisinin sağ çıkma ümidi yoktu. Bu nedenle çok ağır ve dikkatli yürüyorduk yüzde yüz meyilli kayanın yüzeyinde. 
Yer yer döner taş oyması merdivenlerden sonra ulaştığımız ikinci katta birkaç lahit vardı 5x20 metre çapındaki bu katta el oyması bir havuza sürekli tavandan ıslak yosunların arasından su damlıyordu, havuz buz gibi su doluydu daima ve doğu köşesindeydi bu katın. Su soğuktu ve adeta dam olan kayadan damıtılarak meydana geliyordu, saniyede bir kaç damla aka aka havuz hiç boş kalmıyordu. Buradan kana kana ve bana bana su içtikten sonra abdestlerimizi de alarak öğle namazını eda ettik. Getirdiğimiz pet şişeleri doldurarak zemin katta kalan iki arkadaşımıza yukarıdan çalıların içine atarak abdest suyu gönderdik. 
Burada kayanın serinliğinde biraz dinlendikten sonra bir video kaydı yaptık aşağıda verdiğimiz linkte izleyebileceğiniz kısa filmde Suluceseri anlatmaya çalıştık. Üçüncü kata çıkmaya başlayınca arada incirden ıhlamura, dığandan elmaya kadar birçok meyve ağacının dev kayanın yüzeyinde buldukları topraklarda kök atarak dal verdiğini hayretle izledik. 
Üçüncü kat bir şapelden ibarettir, kenarda papazın taştan koltuğu bir kenarda da piskoposun yarım odası görülüyordu. Kayanın tavan kısmı boyalı ve renkli Hristiyan motifleriyle süslüydü ancak bilinçsiz gezginler altında altın var sanarak bunların büyük bölümünü kazımışlardı. 
Üçüncü kattan dördüncü kata dışarıdan değil de içeriden çıkılıyordu tavanın tam ortasında 75 cm çapında bir delikten birbirimize basamak kurarak izlemekle yetindik: dördüncü kat bir seyirlikti, tüm Navağı’nın görülebildiği, Göksu’nun ve tali sularının izlenebildiği bir teras katını andırıyordu. 
Kısacası Suluceser: 200 metre batısındaki Gödekorum kaya mezarlarının devamı niteliğinde, keşiş ve piskoposların makamı durumunda, daha zor ulaşılan ve son derece korunaklı, ilk dönem Hristiyan münzevilerinin yaşadığı bir mekândır.