Bazı Divan Şiirlerinde İslama Hakaret

 

       İletişimin hızla yayıldığı ve sosyal medyanın gün boyu avucumuzda olduğu asrımızda İslamiyet’e yapılan saldırıların her türlüsünü anında haber alabiliyor, tepkiler veriyor ve tepkileri izleyebiliyoruz.

Allah’ın “güneşin üflemeyle söndürülmesi” tabiriyle anlattığı bu davranışlar ilk günden beri vardır ve buna karşı nasıl tepki verileceğinin de Kur’an-ı Kerim'de ipuçları verilmiştir. Genelde bu tür hakaretler konusunda dışımızdakilere hep gözümüzü dikeriz ve içimizden hatta bizlerden birisi bildiklerimizden bile zaman zaman en ağır hakaretleri görmezden geliriz hatta hayra yorarak batıni çizgilerde seyrederiz.

 

Burada İslam’a hakaret edenlerin cezası hakkında “Savaş Suresi” ve “Kılıç Ayetleri” olarak bilinen Tevbe suresinin 12. Ayetinden kısaca bahsedelim: 

 

“Eğer antlaşmalarından sonra yeminlerini bozup dininize dil uzatırlarsa, küfrün elebaşlarıyla savaşın. Çünkü onlar yeminlerine riayet etmeyen kimselerdir. Umulur ki, vazgeçerler.”

 

Bu ayetteki “Savaşın” bazı meallerde “öldürün” olarak görüyoruz, ancak kelimenin kökü “müfaale” babından “mükatele” olmakla kesin müşareket manasına geldiğinden ”savaşın” manası doğru olandır. Yani burada “İslam’a hakaret ederek dil uzatanları” ferdi öldürme yerine İslam devletinin başındakilerin savaş ilan etmesi gerekir.

 

Bu bağlamda sizlere bugün Osmanlı Divan Edebiyatı şiirinde yüce dinimizin kutsallarıyla nasıl dalga geçildiğini ifşa edeceğim inşallah. Koca Kanuniler, Abdülhamitler Fransa’daki danslara ve edebiyat gazetelerine büyük tepkiler verip nizama sokarken “Divanlarında oturan” ve kendilerini “Zıllullah” diye göklere çıkaranları ve İslam’ın mukaddesatını dillerine dolayan, alay eden zıvanadan çıkmış divane Divan şairlerini ya görmemişler ya da görmezden gelmişlerdir.

 

Bu konuda öyle fahiş hatalar yapılmıştır ki Osmanlının izmihlalinde “Allah’ın gücüne gitme” tabiri burada tam yerine oturmaktadır. Divan Edebiyatında bu tür işret ve oturak alemi tasvirleri Osmanlının tam da cihan devleti olduğu Yavuz Sultan selimden sonra başlamıştır ki amaç: İslam’ın sade inanç esaslarını temelden bozarak savaşla sokulamayan batınilik gibi sapık yolların bu yolla bulaşıcı hastalık gibi içimize sokulmasıdır.

 

Peşin söyleyelim ki Divan Edebiyatçılarından muazzam ve mükemmel eserler de çıkmıştır.  Ancak şiir konusuna gelince makam sahiplerinin ulvileştirilmesi ve şiirlerle tarih düşüreceğim diye ve aruzu tutturacağım diye yüce dinimizin haram kıldıklarını öven, helal kıldıklarını yeren şiirler inşat etmeleri konusunda onarımı çok güç ve açtığı yaraların kapanması imkânsız konulara temas etmişlerdir.

 

Bir kafiye ve aruz hastalığı uğruna şiir söyleyeceğim ve aferini, makamı, keseleri kapacağım diye İslam’ın en hassas konularını dillerine dolayarak haramları övmüşler, meyhaneleri ve müdavimlerini göklere çıkarmışlar, mescitleri ve ona devam edenleri yerlere sokmuşlardır.

 

Çağdaşları ve sonra gelen Müslümanlar ise her zamanki gibi “bunların zahiri manasına bakmayın” gibi saçmalıklarını sürdürmüşler bazıları da “bu sanattır” demişlerdir biz de diyoruz ki: dinimle alay eden ve ya onun zülfiyarine dokunan sanat yerin dibine batsın.

 

DİVAN ŞİİRİNDEKİ BAZI REZALETLER

 

Bu şiir dalında şairler şarap, kadın, meyhane, mey, kadeh, cem, cam, sarhoşluk ve benzeri İslam’ın ruhuna aykırı birçok kelimeye takılıp kalmışlardır.  Onlara göre meyhane bütün dertlerin bittiği yer, kadehler ve işret meclisleri hiç çıkılmaması gereken mahallerdir. Bu şiir dalında şaraba, meyhaneye karşı çıkan Müslüman âlimlere olmadık hakaretler yapılmakta, bu meclislere devam eden ayyaşlar ise yüceler yücesine komşu yapılmaya çalışılmaktadır.

 

Divan Şiirinde tasvir edilen gece hayatının amaçlarından birisi de sapık inanç öğretilerinin Anadolu’ya sokularak İslam’ın bayraktarı Osmanlı devletini içeriden yıkmaktır.

 

Divan şiirinde Rind ve Zahit birbiriyle vuruşturulan iki tiptir. Rind, her zaman itibar gören bir insan tipi olmakla beraber zahit, ikinci sınıf insan muamelesine tabi tutulmuştur. Rind ve Zahit, her şeyiyle tamamen birbirine zıttır. Şairler kendilerini bir rind olarak sayar ve bunun yanında dilencilik, fakirlik, derbederlik, sarhoşluk, âşıklık gibi sıfatları da bununla birlikte kullanırlar.

 

 Zahit; akla önem verir, akıl ve mantığıyla karar verir. Rind ise yüreğinin götürdüğü yere gider her işte gönlüne danışır. Zâhidin elinde tesbihi vardır, rindin ise kadehi.  Zâhid, aşkı ve sevgiliyi yasaklar; rind mescide uğramaz, meyhaneyi yurt edinmiştir. Rindin giyimine kuşamına dikkat etmeyen derbeder haline karşılık Zahit, sakal ve sarıkla karşımıza çıkar. Zahit, yaptığı tüm işleri cenneti umarak yapar, rindin ise cennet ve cehnnem umurunda değildir, yarını düşünmez bu günü yani anı yaşar.  Klâsik Türk Şiirinde bu algıyı Fuzûlî, Nedim, Bakî, Nef’î gibi şâirler daha çok ön plana çıkarmıştır. 

 

 

ŞİMDİ SÖZ SANATI YAPACAĞIM DİYE İSLAM’IN MUKADDESATIYLA ALAY EDEN BAZI DİVAN ŞAİRLERİNDEN ÖRNEKLER VERECEĞİM:

  

MEZAKİ

 

“Ne bilürmiş zâhid Kadr-i dürd-i mey-i nâbi

Öyle bir kûr-dile kuhl-ı başar vermezler

 

Tam Türkçesi: “Zahitler akan şarabın dibinde kalan tortunun değerini ne bilsin, öyle bir kalp körüne göz sürmesi vermezler.”

 

Şad el-hased ol rind-i kadeh-nûşa ki dâyim Ham yâze-keş-i dürd-i

humâr-ı elem olmaz

 

“Devamlı içen kalenderin şen halini kıskanıyorum ki hiçbir zaman içtikten sonra baş ağrısı ve dert çekmez.”

 

Şair tüm ustalığını sergileyerek bu iki beytinin ilkinde: Müslümanların şaraptan anlamadıklarını hatta onların şarap küpünün dibindeki tortuları hiç anlayamayacaklarını anlatıyor. İkinci beyitte ise: şarabın bütün gam kasavet keder hüzün gibi dertleri ortadan kaldırdığını anlatıyor.

 

 NABİ

 

 Bizi tahvîf ile teşvişe düşürme vâiz

Sen mahkeme-i rûz-ı cezâdan mı gelürsin

Ey vaiz bizi korkutarak vesveseye düşürme, sen ceza gününün mahkemesinden mi geliyorsun?

 

Olmak ne var o ğonceye pîrâhen-i derûn şabâ ile Bir kerre âşinâlık ideydüm

Ah o yârin iç çamaşırı olaydım da o rüzgârla bir defa göreydim.

 

O hadde Teşîr-i zühd-i huşk irişdi kim Gelmekde bezme gerden-i mînâ ridâ ile

Zahitliğin kuru etkisi o duruma geldi ki meclise şarap şişeleri bile elbiseli geldiler.

 

Nabi mukaddesata olan saldırılarında sınır tanımıyor ve pervasızca:

1- Ahireti anlatan vazilere hitaben: sen ahiretten mi geldin diye ssoruyor, yani kendisi ahirete inammıyor ve her şeyi kadının dudağındaki şarap kasesinden ibaret sanıyor.

2- Sevgili dediği kadının iç çamaşırı olmak isteyerek çağımızda bile telaffuz edilemeyecek kadar hayâdan uzaklaşarak erotik bir tablo çiziyor.

3- ya son cümlesi akıllara ziyan İslamiyet’le bu kadar alay edilirken bu ulema suleha ve şüyuh neredeydi insan sormadan edemiyor: Zahitliğin kuru etkisi o duruma geldi ki meclise şarap şişeleri bile elbiseli geldiler.

Zamanımızda bile tesettürle bu kadar dalga geçilmemiştir ve geçilemez.

 

 

SERMED

 

“Mümkün olaydı eğer şimdi nüzul-i cibrîl

Götürürdi hâk-ı pâyin kutsiyâna armağan

 

 Cebrail şimdi inseydi sultan Mahmud’un ayağının tozunu semadaki kutsilere götürürdü.

 

Zıll-i hudâ ve denn-i ferid

Şâh-ı cihan ‘Abdülmecid

 

Meclis-i aşka melül olup gelen hürrem gider

Nitekim giden der-i meyhaneden bi-gâm gider

 

 Aşk meclisine üzgün gelenler şen gider, nitekim meyhane eşiğinden içeri girenler de hüzün ve kederden kurtulur.

 

 Sermed de şiirlerinde hata üstüne hata yapıyor ve 1. Mahmut Han Çeşmesi için yazdığı şiirde padişaha Allah’ın Gölgesi demekle yetinmeyip onun ayağının tozunu

Cebrail A.S ile mukaddes ruhlara götürüyor. Bu kadar meddahlık yapılır ama mukaddesatla dalga ne cüretle geçilir anlayan beri gelsin.

 

 

AMAÇ TASAVVUFUN SAPIK KOLU OLAN VAHDET-İ VÜCUDU AŞILAMAKTIR

 Bunlar Divan Şairlerinin sadece birkaçından sadece birkaç örnektir. Bu konuda başlı başına bir eser yazılarak bu kepazelikler deşifre edilmelidir ki onları adam sanarak beğenen Müslümanlar akıllarını başlarına toplasınlar.

Bu şairlerimizin iyi taraflarını naat ve mersiyelerini (varsa) takdir ediyoruz ancak dinimizi küçük düşüren Ehl-i sünnet akaidine ters görüşleri ağırdan ağırdan aşılamaya dönük bu tür şiirler İslam’a büyük darbeler indirmiştir.

 

 Osmanlı Divan edebiyatının şiir bölümünde ayık kimse yoktur, içmeyenlere hakaret edilmekte meyhanenin karşısına mescit, zahitlerin karşısına kalenderler çıkarılarak vuruşturulmaktadır.

 

Zahirilik batınilikle yarıştırılmakta İslamiyet’i yaşayanlar zahiri ve cennet isteyenler olarak yaftalamakta, İslam akaidinin zıddı vahdet-i vücut herkesin içindedir. Allah ile beraber olduklarını ve özdeşleştiklerini iddia ederek caminin önünden geçmeyen bu adamlar meyhanelerden çıkmamaktadırlar.

 

Ve ilahi aşktan bahsederek namazı niyazı bırakıp haramlara dalarak ve onları sonsuz hazlar içerisinde tasvir ederek Müslümanları “vay cennet ve huri peşindeki” zavallılar diye küçük görmektedirler.

 

İslamiyet’in ahiret cennet ve cehennem anlayışını önce filozoflar baltalamaya çalıştılar sonra da bu tür panteist şairler ve mutasavvıflar. Bunlara göre her şey tek Allahtan ibarettir ve cennet cehennem fasa fisodur, abdest namaz 72 milletin yaptığı hareketlerden ibarettir. Allahın yüzlerce ayetinde anlattığı huriler ve gılmanları ümit etmek gaflettir bunlara göre.

 

Bu Divan Edebiyatı şairleri Namazsız ayyaşlar demek olan Rindlerle Allaha tevekkül eden ve takva üzere olan zahitleri daima birbiriyle şiirlerinde konuşturarak sonuçta ayyaşları ve meyhaneden çıkmayanları cami cemaatinin üstünde olarak öne sürerler.

 

Kısacası batılı tasvir de batıldır. Kesin ayetlerle haram kılınan içkiyi her beyitlerinde öven ve göklere çıkaran bu şairlere sadece bu bile hata olarak yeter. İmanlarını kurtardılarsa Allah rahmetiyle muamele etsin.