Çok sevdiğim, gözünü budaktan esirgediğim bir ağacım var benim. Nere gitsem yanımda götürürüm onu. Ne hatıralarımız var birlikte, bir bilseniz Bir çok aşı vurdum şıvgınlarına. Çok azı tuttu, bir çoğu tutmadı. Ama benim canımdı tutan kadarı. Büyüdü, büyüdü dal oldu, daldan dala budak oldu, göz oldu, çiçek açtı açtı soldu da henüz meyvesini göremedik tam manasıyla.
Kimi zaman çıkarım üstüne seyreylerim tabiatı; insanlığın. Çıkarken yan basıp kırdığım budakları olur, yere düşüşünü çaresizce izler gözlerim, toprakla buluştuğunda içimde birşey kırılır. Kimi zaman çıkarken elbisemi yırtar, vücudumu çizer, sinirlenir kırarım budağını, bile bile.
Haketmiştir sanki, içime bir intikam hissi dolar. "İnsan hiç sevdiğinden intikam alır mı?" Bazen bile bile budarım, büyüsün daha gür çıksın diye, meyveleri güneş görsün, hava alsın, suyunu tam alsın diye.
Gövdede ne çiçek olur, ne göz, ne meyve. Hiç birşey vermez insana; ama bütün dallara, budaklara, gözlere o taşır ümidi. Bakmazsan kötülükde ondan gider. O yüzden nazlıdır, kıymatlıdır, çok değer ister. Defalarca yanına gitmelisin, nazını çekmeli, yıllarını vermelisin...
İşte dostlar bugün içimdeki ağacın gövdesi çatırdadı.
Korkarım ki yüreğimde büyüttüğüm, tesellilerimle eğip şekil verdiğim ağacın miadı doldu, dökülen gözlere, akan gözyaşlarına kırılan dallara ve budaklara tahammülü kalmadı.
Yeni bir tohum ekmeliyim içime.
Dostlukla, vefayla, sabırla, hoş görü ve iyi niyet ile yeniden aşılamayım.
Ama işin kötü tarafı şu ki, yenidenlikten yoruldum