Bütün dünyada 2015 yılında seyredilen ülkemizde 28 Ekim 2016’da gösterime giren, gösterildiği tarihten itibaren de büyük tartışmalara ve eleştirilere hedef olan İranlı ünlü yönetmen Mecid Mecîdî’nin Hz. Muhammed-Allah’ın Elçisi filmini ben de seyrettim.
Filmin ülkemizde gösterilmesi hususunda Diyanet İşleri başkanı Görmez’in ve Hayrettin Karaman’ın olumlu, Din İşleri yüksek Kurulunun olumsuz görüş belirttiği biliniyor. Dünyaya baktığımızda Mısır ve Suudi Arabistan’da yasaklanmış olduğunu görüyoruz. Yusuf Kaplan, Erem Şentürk gibi yazarlar ve bazı sinema eleştirmenleri bu filmin Sünnî bloğa yapılan tarihte görülmemiş bir saldırı olduğunu belirtiyorlar.Acem oyunu diyorlar. Peygamberimizin zihinlerdeki imajını bozduğunu, Şii bakış açısından çekilen bir film olduğunu söylüyorlar.
Ben başlangıç seviyesinde ilmihal, akaid ve siyer bilgisine sahip sıradan bir Müslüman olarak burada filmin caiziyeti hakkında hüküm verecek değilim. Merak etmeyin, bu komik duruma düşmeyeceğim. Ancak, otuz yıl önce çekilmiş “Çağrı” filmini her defasında aynı heyecan ve gururla seyreden birisi olarak Peygamberimiz hakkında yapılmış seyrettiğimbu ikinci filmi yaptığım tespitleri sizlerle paylaşacağım.
Film, Peygamber Efendimizin doğumundan bir ay önce vuku bulan Fil Hadisesi’nden başlayıp 12 yaşına kadar geçen çocukluk devresinde gerçekleşen hadiseleri anlatıyor. Fil ordusunun perişan oluşu harika bir görsel şölenle anlatılıyor. Peygamberimizin doğumu, doğumunda dünyada meydana gelen mucizevî olaylar, süt annesi Halime’ye verilişi, orada yaşadıkları, annesiyle Medine’yi ziyaret edişi, dönüş yolunda annesinin vefatı, dedesi Abdülmüttalib’in vefatıyla himayesini amcası Ebu Talib’in üstlenmesi anlatılıyor.
Filmin kalitesine gelince, İran sinemasının efsane ismi MecidMecidi’ye yakışır bir film olmuş. Büyük bütçeli Holywood filmlerini aratmayan, yer yer onların üstünde çekim tekniği ve görsel efektleriyle gayet güzel bir film olmuş. Özellikle Fil Hadisesi’ndeki sahneler muhteşem. Seyirciyi kendine çeken çöl sahneleri dikkate değer. 40 milyon dolar bütçesi, zaten bu konulardaki durum için bir fikir veriyor.
Gelelim kamuoyunda tartışılan yönlerine. Şunu hemen söyleyelim peygamberimizin yüzü gösterilmiyor, sesi de yok. Konuşmaları alt yazılarla seyirciye yansıtılıyor. Ancak arkadan olmak şartıyla bütün beden görüntüsü, sık sık elleri, ayakları, yüzünü elleriyle kapatmış olduğu bir sahnede parmaklarının arasından bir gözü görünüyor. Uzaktan bir ışık hüzmesi şeklinde bütün sülieti de gösteriliyor. Tabi bunlar İslam geleneğinde şu ana kadar yapılmamış, yasak olan şeyler. Çocuk haliyle de olsa bunların gösterilmesi infiale sebep olmasına yetip artıyor. Filmde bir Ebu Talib ağırlığı hissediliyor. Hz. Ali’nin babası oluşu, filmin İran yapımı oluşu bu ağırlığın Mecîdî’ye eleştiri olarak dönmesine sebep oluyor tabiiki. Hz. Ebu Bekir’den hiç bahsedilmiyor filmde. Bunun devir açısından(çocukluk) bir eksilik olup olmadığı konusunu ehline bırakıyorum.
Ancak Mecîdî’ninpeygamberimizin yüzü ve sesi hariç bedenin gösterilmesi dışında genel anlamda Sünni geleneğin inançlarına ters bir şey anlatmadığını söylemek isterim. Mucizeler, bizim çocukluğumuzdan beri dinlediğimiz mucizelerle aynı. Sadece Şam dönüşünde deniz kenarında bir yerde kadınları ve çocukları bereket için putlara kurban etmek üzere olan bir kavme rastlayıp kadın ve çocukları mucizevi şekilde kurtarması bizim kaynaklarımızda geçen bir mucize değil.
Hulasa hatasıyla sevabıyla İslam dünyası sinema tarihinin en önemli filmlerinden birinden bahsediyoruz. Mecîdî:” İslamafobianın yükselmesine karşı bir nebze çalışmak için bu filmi çektim.” demiş beyanatında. Filmdeki doğumdan sonraki anne kucağındaki sahnenin Hz. Meryem ve İsa as. figürlerinebenzemesini ve filmin sonunda Hristiyan ve Yahudilere hitap eden ayetlerin okunmasını buna yorabiliriz.
Bizim memleketteki muhafazakar kesimdeki bir hastalıktan bahsetmek isterim. Tarihimizin şanla şerefle dolu Malazgirt, Mohaç, İstanbul’un fethi, Çanakkale, İstiklal Harbi gibi muhteşem zaferleriyle; filmi yapılsa dünyayı ağlatacak Ankara Savaşı, Ertuğrul Faciası, Dumlupınar Faciası gibi acıklı olaylarıyla ilgili dişe dokunur hiçbir sanat eseri ortaya koymayız, bu konuda zenginlerimizi harekete geçirmeyiz. Dışarıdan birisi yapınca aman bu hainlerin izlemeyin diye harika bir organizasyonla propaganda yaparız. Tabiiki eleştirilecek taraflarını eleştireceğiz ancak sinema gibi artık çağın en yaygın ve etkili propaganda imkanına hiç bütçe ayırmadan oturduğumuz yerden kıyasıya eleştirmek hastalığımızdan da kurtulmalıyız. Mesela ülkemizde son on beş yılda rakiplerine göre İslamcı, kendi ifadesince muhafazakar demokrat bir iktidar var. Bu konuda dünyayı sarsacak bir film için çoktan projeler hazırlanmalı, senaryolar yazdırılmalı, devasa bütçeler ayrılıp muhteşem filmler çekilmeliydi.
Netice olarak bütçesiyle, sinema tekniği ve görsel imkanlarıyla muhteşem bir film çekilmiş. Ben seyrettim size de görün derim. Pişman olmazsınız.