Sabit Dosanov çağdaş Kazak edebiyatının önde gelen yazarlarından biridir. Eserleri sadece Kazakistan’da değil; ülke dışında da haklı bir şöhrete kavuşmuştur. Sabit Dosanov’un adı, gerçek hayat hikâyelerinden yola çıkarak yazdığı realist romanlarla özdeşleşse de, edebiyatın bütün türlerinde başarılı eserler vermiştir. Edebi yaratıcılığına şiirle başlayan Sabit Dosanov, sonraki yıllarda kalemini hikâye, roman, drama ve deneme türünde de başarıyla kullanmış; gazetecilikle de uğraşarak toplumsal konularda yol gösterici makaleler yazmıştır. Edebi türlerin hemen hepsinde başarılı eserler vermiş olan Sabit Dosanov’u, dönemin Sovyet yazarlarından farklı kılan şeylerden biri de, onun edebi eserlerini, anadili olan Kazakçayla yazmasıdır.

Sovyetler Birliği döneminde, özellikle Kazakistan’da, “Kazakça” üzerinde büyük bir baskı vardı. Bu dönemlerde, Rusça eserler veren yazar ve şairler daha çok ön plana çıkıyor/çıkarılıyor ve büyük başarılar kazanıyorlardı. Sabit Dosanov, şöhrete giden yolun Rusça yazmaktan geçtiğini bilse de, bu kolay yolu değil; meşakkatli ve çileli bir yolu seçti. Sabit Dosanov, Kazak edebiyatının önemli isimleri olan Muhtar Avezov, Sabit Mukanov, Berik Şahanov ve diğerleri gibi; tercihini Kazakçanın yaşatılması ve geliştirilmesi yönünde kullandı. Kısa yoldan şöhrete ulaşmak yerine, nihayetsiz bozkırlara serpilmiş Kazak halkının yaşam mücadelesini, dilini, töresini, medeniyetini, gelenek ve göreneklerini, yaşadıkları büyük acıları, yoklukları, çileleri aksettiren eserler yazdı.

Kazaklar, Sovyetler Birliği döneminde büyük çileler çekmiş, her türlü acıya, azaba, baskıya rağmen milli ruhunu asla kaybetmemiş, her türlü olumsuzluğa rağmen, direnmesini bilmiştir. 1920’li ve 1930’lu yıllarda, Kazak halkının nerdeyse yüzde yetmişi baskı politikaları, sürgünler, kırgınlar, kıtlıklar ve açlıktan dolayı helak olmuştur. Sovyet yöneticileri, bu yıllarda savaşmaktan çekinmeyen, mücadeleci ve yiğit ruhlu göçebe Kazakları kontrol altında tutmak için, yerleşik hayata geçirmek istediler ve bu amaçla Kazakların mallarını müsadere ettiler. Yüz binlerce Kazak, sadece bu nedenle, açlıktan öldü. Daha sonra boş kalan yurtlara diğer halkları yerleştirmeye başladılar. Kazaklar kendi vatanlarında azınlığa çevrildiler. Fakat onların içindeki Türk ruhu, boyun eğmelerine, yok olmalarına izin vermedi. Nihayet Kazaklar, uzun yıllar sonra yeniden, Doğu’dan Batı’ya, Güney’den Kuzey’e binlerce kilometrekarelik alana yayılan “Büyük Bozkır”ın asıl unsuru oldular.

Elbette ruhu azat olan bir millet esir edilemez ve azat ruh, her zaman azatlığın peşinden koşar. Sabit Dosanov’un, bu kitaba da adını “Beyaz Deve” (Ak Aruana) adlı hikâyesinin asıl gayesi de budur. Sabit Dosanov, bu hikâyesiyle aslında binlerce sayfalık bir tarihi ve tarih bilincini özetleyerek, Kazak halkına çok etkileyici mesajlar vermiştir.

Bu kısa hikâyesinde “Ağ Aruana”yı yani “Kazak Devesi”ni,  “Kulaksız ihtiyar”ı, “Çoban”ı birer metafor olarak kullanan yazar, edebiyatta sansürün uygulandığı bir dönemde, bu metaforlar aracılığıyla- Cengiz Aytmatov’un “Elveda Gülsarı”sında olduğu gibi- Esaretin ve boyun eğişin milli ruh ile uyuşmayacağını anlatmış; Kazakların azatlığa düşkün ruhunu kamçılamış; azatlık ruhunu diri tutmuştur.

Anavatanından, doğup büyüdüğü topraklardan zorla koparılan Beyaz Deve (Ak Aruana) azatlığa ilk kaçışında, yavrusunun kendisine ayak uyduramaması sonucu başarısız olur. Yavrusunu bırakıp gidemez ve çaresizce esarete boyun eğmek zorunda kalır. Ama bir süre sonra yavrusunu da ondan ayırırlar ve onu esaret ortamına bağlayan hiçbir “değer” kalmaz. En değerli varlığını da yitirdikten sonra, “vatan” özlemiyle yanar tutuşur ve bu uğurda ölümü bile göze alarak azatlığa doğru giden yola düşer, günlerce süren bir koşuya başlar. Yolda kurtların saldırısına uğrayıp ağır, ölümcül yaralar alsa da vatana ulaşır ve vatanın azat havasını teneffüs ederek, aynı gün ölür. Yaralarından kanlar saçarak anavatanına ulaşmayı başaran deve, bir azatlık metaforudur ve yazar, bu hikâyesindeki “Beyaz Deve” metaforuyla halkının azatlık mücadelesini, Kazakların azatlık arzularını ölümsüz bir nağmeye çevirmiştir.

Bu eser Rusçaya çevrilip Moskova’da yayınlandıktan sonra, yazarına büyük bir ün kazandırmıştır. Farklı dillere de çevrilen bu eser, edebiyat dünyasında büyük yankı uyandırmıştır. Yazarın bu kitapta yer alan Sovyet sonrası dönemin ilk yıllarını anlattığı “Eşinden Ayrılmış Kuğu” adlı hikâyesi ve diğer eserleri de Kazak halkının geçmişini, bu gününü, geleceğini gösteren canlı levhalar gibidir. Kazakların karmaşık hayat labirentlerinin karanlık dehlizlerine seyahat eden Sabit Dosanov, yazdığı eserlerle o dehlizlerde milli ruhun ışığını yakabilen yazarlardandır.

Sabit Dosanov, bu yıl 75 yaşına girdi. Onun doğum yıldönümü Kazakistan’ın birçok şehrinde geniş kapsamlı etkinliklerle kutlandı. Bu etkinliklere dünyanın birçok ülkesinden yazarlar ve şairler de katıldı. “Uluslararası Mihail Şolohov” ödülü sahibi ve Rusya Edebiyat Akademisi öğreti üyesi olan yazarın 75. Doğum gününe armağan olarak hazırlanan bu kitap, onun Türkiye’de yayımlanan ilk eseridir.

Türk okuyucusunun beğeniyle okuyacağından emin olduğumuz bu kitapta yer alan hikâyeler ve şiirler, Kazakça orijinal metinleriyle birlikte yayımlanmıştır. Bu kitabın Türkiye’de yayımlanması için yardımlarını esirgemeyen Prof Dr. Abdulvahap Kara’ya, Azerbaycanlı dost şair Elxan Zal’a, Didar Şaunov’a ve Cumali Köktaş’a teşekkür ediyorum.

                                                                                                                                                                     İmdat Avşar