– Kimsin, diye sordular.
 – Bu dünyada işi bitenlerdenim, dedim.
 –Öyleyse, neden sefere çıkmıyorsun, dediler.
 – İşi bitmemiş olanlara yoldaşlık etmem murattır, dedim...
                            Samiha Ayverdi/Hancı

Konya’ya gitmiştim; Mevlana’nın yurdu, evliyaların, sufî dervişlerin gönül oylağı Konya’ya... Soğuk kış günlerinden biriydi… Önce onları, hayranı olduğum Hazreti Mevlana’yı ve Hazreti Şems’i ziyaret edecektim… Sürücüye önce Hazreti Mevlana’yı ziyaret edeceğimi söyledim. O anda kulaklarımda müthiş bir ses uğuldamaya başladı. Sanki o mübarek zat, benim kulaklarıma fısıldıyordu ve bu fısıltıları işitiyordum... Sanki bana: “Gel… Gel de hangi mertebedesin görelim... Biliyorum, benimle dertleşmeyi çok istiyorsun... Gel, gel ki, bunahazır mısın görelim…” diyordu Hazreti Mevlana...
 Acaba ben, onunla konuşmaya, onunla buluşmaya hazır mıydım?  Birden içimde ani bir ürperme oldu...
Ben, içimdeki bu tereddütlerle çarpışırken, yeniden onun fısıltılarını işitmeye başladım sanki... “Korkma, gel,” diyordu Mevlana... “Gel, bu kapı herkese açıktır. Yeter ki samimi ol, aşkla, imanla, inamla gel ve unutma… Unutma ki, esas olan aşktır, imandır, niyettir...”
Sanki sohbet ediyorduk. Mevlana’yı dinliyordum. Evet, onun sesiydi: 
“ Sen “Yol”unu mu arıyorsun? Hakkı mı arıyorsun? Hakikati mi arıyorsun? O “yol” sadece  aşk, iman ve halis niyetten geçer... Sen aşkla, imanla, halis niyetle geliyorsun, korkma, gel…” 
Beni, Hazretin kulağıma fısıldadığı bu sözlerin büyülü dünyasından ayıran şey, sürücünün sesi oldu:
– Hanımefendi, isterseniz önce otele gidelim, biraz dinlenin, daha sonra Mevlana ve Şems’in türbelerini ziyarete geliriz...
– Gerek yok, bir an evvel onların huzuruna varalım, dedim...
Yol boyunca o uzun ve meşakkatli “yol” u ve o “yol” un hangi aşamasında olduğumu düşündüm. Zihnimden çeşitli düşünceler gelip geçiyordu, kendi kendimi hesaba çekmeye başladım. 
Hakikate giden “Büyük Yol” un yedi merhalesini düşündüm...
Hakikate ulaşmanın tek yolu, bu yedi merhaleyi geçmektir. İnsan bu yedi merhaleyi, yedi mertebeyi geçememişse, hakikate de ulaşamaz. İnsan hakikate ancak ve ancak bu merhaleleri, bu mertebeleri bir bir geçtiği takdirde ulaşabilir...
“Hak Yolu”ndaki makamlarla, mertebelerle ilgili konuşmak kolay; zor olanı bütün bu merhaleleri geçebilmektir...
***
...Rivayete göre Hazreti Şems ile Hazreti Mevlana’nın yeni tanıştıkları dönemde, günlerden bir gün Hazreti Mevlana, insanlara bir ayeti tefsir ediyormuş… Hazreti Şems ona yaklaşarak: “Sen bu ayeti yaşamadın, o nedenle bu ayeti tefsir edemezsin,” demiş... Büyük Hak âşığı Mevlana da, gönül dostu Şems’in bu sözlerine boyun eğerek konuşmasını oracıkta kesmiş...
Kısacası insan yaşamadığı bir şeyi, olanca gerçekliğiyle anlatamaz, sadece anlamını verebilir, o kadar...
Ben de bu merhalelerden bahsetmeye cesaret edemezdim, çünkü yaşamadım... 
Allah bana, içime doğru bir yolculuğa çıkma gücünü bağışladığı için, ona şükrederek en azından O’na giden yoldan bahsetmek istiyorum. Tabi ki, benim yazdıklarımı okumak isteyenlere veya benimle birlikte kendi içine doğru bir yolculuğa çıkmak isteyenlere... 
Benim bu “yol”a çıkmam hiç de kolay olmadı...
Ağrılar, acılar içinden geçtim, dertler çileler çektim, gözyaşlarım adeta sel oldu, aktı... Arındım, yıkandım, duruldum. Ancak bütün bunlardan sonra, önümdeki o “yol”un kapıları açıldı: Nefs-i Emmare aşamasıyla başlayan uzun ve meşakkatli “yol/culuk...”
Hakikate giden ilk merhale, Nefs-i Emmare diye adlandırılıyor...
Bu merhale, “Nefs”in sürekli başkalarını suçladığı merhale olarak biliniyor. Etrafınızda bu tür insanlar olduğunu ve kendinizin de bu özelliğe sahip olduğunuzu düşünüyorsanız, bilin ki, henüz “hakikat yol”unda ilk merhaledesiniz...
İlk merhaledeki insanları ayırt etmekse çok kolaydır...
Bu insanlar dünyayı ve dünya işlerinden başka hiçbir şey düşünmezler. Onlar için yaşamın anlamı para, vazife, şan, şöhret ve maddi imkanlar vaat eden dünyevî makamlardır. O insanlar her zaman ve sadece dünyevî şeylere tamah ederler. Ömürlerini sadece bunları kazanmak için sarf ederler. Onlara sahip olmak için bazen en kutsal değerlerini bile çiğneyebilirler...
Her zaman “ben” düşüncesi ile yaşayan insanlar bu merhalede, bu makamdadırlar.
Bu insanları dinlerseniz, her zaman başkalarını suçladıklarını, tenkit ettiklerini görür; dedikodu ve iftirayı sevdiklerini anlar, bütün bunları hiç korkmadan, bazen de büyük bir zevkle yaptıklarına şahit olursunuz. Her zaman başkalarını suçlayan, şuçladıklarında kusur, noksan arayan, kusur, noksan bulamasa bile, yalan söyleyip bir kusur uydurarak konuşan, başkalarında kusur bulduğu hâlde kendilerinde kesinlikle kusur bulmayan, devamlı başkalarını yargılayan, başkalarına şüphe ve kibirle yaklaşan insanlar, Nefs-i Emmare merhalesindedirler. Yani, hakikate giden “yol”un ilk merhalesinde...
İnsanlığın faciası da işte buradan başlıyor. Günümüzde insanların çoğu bu mertebede kalıyor ve asla ilerleyemiyorlar…
Bütün insanlar Nefs-i Emmare merhalesinden geçer... Farklılık, kimin bu aşamadan kurtulup kurtulamadığı ve kimin ne kadar çabuk kurtulduğudur... Önemli olan o çukurdan, o bataklıktan bir an önce çıkabilmektir. Eğer zaman kaybederseniz, o bataklık sizi içine bir o kadar fazla çeker ve bir de bakarsınız ki, ömür bitmiş, ölmüşsünüz...
– Peki, o bataklıktan kurtulmak mümkün mü?
– Elbette, mümkün!
– Kolay mı?
– Hayır! Kolay değil...
– Kurtulmak için neler yapmak gerekir?  
– Hakikate giden “yol”un ikinci merhalesi olan Nefs-i Levvame merhalesine giden “yol”a çıkmak için niyet etmek, samimi olmak ve kendi nefsinle mücadele etme gücünü, kendinde bulmak gerekir… 
Suçlanan ve kınanan Nefs demek olan Nefs-i Levvame merhalesine geçebilen insan, kurtuluşa eren insandır...
Nefs-i Emmare merhalesinden kurtulmak ve Nefs-i Levvame merhalesine geçmek için büyük bir mücadele gerekir... 
Hazır mısınız? Hazır mıyız? Çok az zamanımız var... Çünkü hayat bizim düşündüğümüzden daha kısa ve ömür de genellikle göz açıp kapayıncaya kadar gelip geçiyor... 
Beni, bu karmaşık düşüncelerin farkıl dünyasından, “işte geldik” diye seslenen sürücü ayırdı. 
Artık Mevlana’nın huzurundaydım, kendimi çilehanede bir derviş gibi hissettim. Sürücüye, yalnız kalmak istediğimi belirttim, Yan tarafa oturdum ve ona fısıltıyla seslendim:
– Geldim... Sen çağırdın, ben de geldim... Bana, son yıllarda yaşadığım acıların sırrını açıklar mısın? 
– Seni buraya, O çağırdı, dedi...
– Kim?
– O!
– Niye?
– ...
– Niye buraya?
– Gitmek istediğin “yol”da daha çok susmalı, daha çok dinlemelisin. Önce “ben” den kurtulacaksın. Burası ibret mektebidir. O, seni buraya, bunları daha iyi anlaman için çağırdı. Hazır mısın?
– Bilmiyorum...
–Neden ağlıyorsun? Nedir, seni böyle inciten? Nedir seni böyle ağlatan?
– ...
– Aşk mı? 
– ...
– Ağlama... Sevin... Hakikate giden “yol”un ışığıdır aşk... 
–...
– Sevin... Nefs-i Levvame merhalesinin eşiğindesin…
– Geçmek istiyorum ama kapısını bulamıyorum... Bana yardım et...
– Kendini ara... İçine doğru bir yolculuğa çık... Kendini bulduğun an, o kapıdan geçeceksin... 
– Ne zaman?
– Her şey senin elinde... Bir ay, bir yıl, on yıl, otuz yıl... Belki de hiç bir zaman...
–...
 ...Üşüyordum, hatta tir tir titriyordum... Sanki tipiye tutulmuştum, bir dağ başındaydım, üzerime karla yağmaktaydı... 
 Mevlana’nın huzurundan ayrılıp Şems’in huzuruna gitmek istiyordum... İçime yolculukta, onun ışıklarına da ihtiyacım vardı, hem de çok! 
Beni bu düşüncelerden yine şürücünün sesi ayırdı...
 – Hanımefendi, oldukça yorgun görünüyorsunuz, hem de üşüyorsunuz. Önce otele gitseniz daha iyi olmaz mı?  Bu soğukta, üşüdüğünüz hâlde, üstelik yorgun argın, sizi bu türbelere çeken ne ki?
Tek kelimeyle cevap verdim ona:
– Yol! 
O da yeniden sordu:
– Peki, hangi yol?
– O’na giden yol, O’na... 
– İlk defa, O’na giden yolu arayan bir müşteriye rastladım... Ben böyle şeyleri bilmem, ama aradığınız her neyse, Allah yardımcınız olsun… O hâlde gidelim… Bakın, işte bu da aradığınız Tebrizli Şems’in türbesi. Ben sizi dışarıda bekleyeceğim. “Yol”unuz açık olsun... 
Sürücünün yüzünde ve sesinde öyle garip bir huzur vardı ki... Sanki beni Nefs-i Levvame merhalesine giden “yol”a doğru uğurluyor, ardımdan hayır dua ediyordu...

***
Allah’ın seni her an izlediğini bilerek hareket etmek, Allah’ın bir “lütfu”dur. Allah’ın “lütfu”na mazhar olan insan, kötü emellerden de her zaman uzak durur. Acaba bunu düşünüyor muyuz? Bunu günde kaç kez hatırlıyoruz? Bu hakikati unutmayan, Hak tarafından her an izlendiğini düşünen insan, kurtuluşa eren ve “kamil insan” olma yoluna adım atan insandır. Sadece Ramazan ayında değil, Allah herbirimize her gün, her saat “lütuf”ta bulunsun ve bunu hiç unutmadan yaşamayı nasip etsin!