Daha önce Hz. Âdem ile eşinin cennetten kovulmasını kabul ettiğimizde aslî günahı da kabul etmek zorunda olduğumuzu söylemiştim. Elbette Kur’an ayetlerine yüzeysel olarak bakıldığında; Hz. Âdem’in ve eşinin yasak ağaca yöneldiği, sonra tevbe ettiği ve bunun kabul edildiği belirtilse de, sonuçta, cennetten çıkarıldığı ve bu dünyaya gönderildiği ve bu dünyada yaşama sebebimizin yasak ağaca yaklaşmak ve emre itaatsizlik olduğuna inanılması gerekmektedir. O halde bu inanışa göre; insanlık, tabir caizse, Hz. Âdem ile eşinin suçunun cezasını çekmektedir ki, bu ne olursa olsun aslî günah anlamına gelecektir. Çünkü Allahu Teâlâ affetmiş olsa da, mevcut ifadelere göre, Hz. Âdem, cennetten çıkarılmıştır. Ayrıca, eğer Hz. Âdem, cennette yaratılmışsa neden orada sorumluluk vardır? Hz. Adem kıssasının bu şekilde yorumlanışı doğru olmasa gerektir. Söz konusu kıssa, esasında, tek bir şahsın ve eşinin, yani Hz Âdem ile eşinin, hayat hikâyesi değil, kadın ve erkekten oluşan insanın yaratılışının ilahî (aklî) ve maddî boyutunu, yani takva (aklî/melekî tabiat) ve fücurunu (şeytanî tabiat) anlatmaktadır. Yani Âdem ve eşinden kasıt, insan/insanlıktır. Yasak olan şey, insanın, ebedîliği şehvet ve öfke gücünde arayıp toprak tabiatında arama yanlışlığına düşmesidir. Hâlbuki bizlerin insan ve halife olmamızın ve melekten üstün ve secde edilen tabiatımızın sırrı, varoluşumuzdaki irademizi kullanarak bilgisel/aklî yükseliş ve kemale erebilme, dünyayı yönetebilme gücüdür. Melekler dâhil başka hiçbir varlıkta olmayan bu güç, insanın nefsî tabiatının kemale dayalı üstünlüğüdür. Varoluş halkasının son ve en uzak zinciri olduğu halde, insana, halife olarak kendisine emanet edilen bu dünyayı cennete çevirebilme gücü verilmiştir. Bu yüzden insanın/Âdem’in yaratıldığı yer, zannedildiği anlamda, cennet veya bu dünyanın cennet adı verilen bir kısmı değil, dünyanın uzun süren varoluş evriminin son halkası olarak insanın süzme çamur tabiatının oluştuğu bizatihi bu dünyadır. Çünkü insanın bu dünya sınavından sonraki hakiki cennetinin garantisi, ezelî ve ebedî fıtratının öne çıkarılması ve böylece içinde yaşadığı dünyayı cennete çevirmesidir. İnsanın hakiki görevi budur. Bunu yapabilmesi için aklî lezzetleri, aklî unsurları esas almalı, maddî olan şeyleri (istek ve öfke gücünü) aklın ve bilginin hizmetine vermelidir. Aksi takdirde nefsinin istek ve öfke gücü, onun ilahî yönü olan aklî tabiatını yasaklara sevkedecek ve insan, şeytanlaşacaktır. Şeytanın da, burada, insanın dışında ayrı ve bağımsız bir varlık olmaktan ziyade, insanın maddî/karanlık/fücur yönü, yani her an kötülüğü işleyebilme gücü olduğu unutulmamalıdır. Ayetlerde Âdem ve eşinin birlikte zikredilmesi, insanın toplumsal hayat sürmesi ve dünyayı imar etmesine ve nesil nesep yetiştirmesine işarettir. Nitekim ayetlerde yasak ağaçtan yedikten sonra ayıp yerleri göründü denmektedir. Burada anlatılan husus, insanın çoğalması gerektiği, ancak ebediliği bunda değil varlık sebebinde, yani ilahî/ezelî tabiatında ve aklî âlemde görmesi gerektiğidir. Çünkü ebedilik özlemi, insanda fıtrî bir duygudur. Ancak bu fıtrî duygu, aklî âlemde ve bilgisel alanda değil de maddî ve karanlık âlemde aranırsa, bu, yanlış bir yöne çevrilmiş olacaktır. Bize göre bu yorum, daha mantıklı ve tutarlı bir yorumdur. En iyisini Allah bilir